İyice yorgunum. Omuzlarımda, sanki yılların rehavetliği var. Çöküyorum… Girdiği bunalımdan çıkamayan bir varlığım, bunu biliyorum, ama varlık olduğuma inanmıyorum. Çünkü hiçbir varlık pes etmez, hep mücadele eder. Fakat ben bunu başaramadım. Üzgün olacağımı anladığım mutsuz anlarımda, somurtmuş bir bebek yüzü gibi güleceğime, ölen bir ihtiyar gibi, yelkenlerimi kapattım dünyaya…
Hep mutlu etmeye çalıştım kendimi. Çok yolunu denedim. Ama girebileceğim her sokak, sonsuz yoldu benim için. Gerçek bir girdaptı. Bu yüzden çaresiz kaldım hep.
Annem ve babamla mutlu olmayı denedim. Özellikle babamla. Bir babanın en büyük hayali, oğluyla maça gitmektir. Benim hayalim ise babamla maça gitmekti, onunla top oynamaktı. Ama ailemin kokusunu özleyen birisi olarak, Tanrı bana bu mutluluğu çok gördü. Babamla maça gitmek, top oynamak, uçurtma uçurtmak… gibi çocukluk hayalleri bir yana, babamın kokusunu merak ediyorum. Annemin de her gece üstümü örterek bana süt getirmesini. Ama bana süt getiren olmayınca, masama hep bir kadeh içki geldi. İçkiler devrildikçe, kafamı kaldıramayışımın yorgunluğunu damarlarım çekti.
Hayatın renklerine akmaya çalışırken, karşıma çıkan siyah perdeyi atlatamadım ve üzerime dolandı. İçinden geçtiğim halkalar, sesimi duyurmaya çalıştığım mağaralar, kadar genişte sanki. Aksine yaşayamadığım dar bir odaydı bu halkalar.
Bu hayatta, . denemediğim tek şey kalmıştı, ama iyi ki denedim. Çünkü aşk bana göre değildi. Bana göre aşk; iki kişilik. Fakat aşkın kontejyanına kayıt yaptıran bir kız olmadı asla. Zaten, sevilmeyi bilen, sevmeyi de bilir.
Yani; sevmek güzel şeydir, seviyorsa sevilen…
Bıraktım sevmeyi, bıraktım artık yaşamayı. Başkası için yaşıyordum sanki. Tek sahip olduğum şey; kalemlerimdi. Kâğıtlarımı asla saymıyorum, çünkü onların bana bir yardımı yoktu. Çoğu kez, kullanılmış kâğıtlara yazıyordum. Ait olduğum baraka dünyanın, karalanmış sayfalarından kaçmak, bana hiç adil gelmezdi. Kalemimi, her elime aldığımda, mürekkebin rengi satırlar ilerledikçe, kendini tatlı bir ahenge bırakıyordu. Özgürlüğüm salıyordu kollarımı dünyaya… Duygulu cümlelerim yem oluyordu martılara… Ama nedense, o martılar hep göç ediyordu bulunduğu diyarlarından. Hiç biri, teşekkür etmek için pencereme gelmedi. Sanki yüzsüz davetsiz bir misafir gibi hep ben gittim. Sözlerim martıların yuvalarında sabahlıyorlardı… Ama sözlerimden bir kelime bile eksilmedi. Konuk misafir gibi olan sözlerim, cümlelerim, hazinem… sıcak geldi martılara ve sadece onlardan saygı gördü. Başka kimseden saygı görmedi…
Yazdıkça mutlu oldum ben… Hep mutlu olmam gerekirdi ama hep kısa sürüyordu, hüzünlü mutluluklarım…
Çocukları çok severdim. Gençliğim boyunca çocuklarla ilgilenmiştim, kalemime sahip çıkmaktan evlenmeye ne vakit kaldı, ne de evlenmek için doğru düzgün bir kız vardı!
Hayatım boyunca tek hayalim vardı; babamla uçurtma uçurtabilmek… Ama hiç olmadı. Çünkü çocuk yuvasında yetişmiştim. Anneme ve babama neler oldu, bilmiyorum… Kendimi bildim bileli çocuk yuvasındaydım, kimse hayatımla ilgili bir şey bilmiyor gibiydi. Hiç kimse, bana babamı, annemi anlatmamıştı. Ben de sormamıştım. Yıllarca soramamıştım. Anlatmalarından korkuyordum herhalde. Ya anlatsalardı…
Bakıcıların ve öğretmenlerin bizimle ilgilenmeleri beni sıkıyordu. Henüz çocuktum, pek bir şey bilmiyordum ama kendimi sahipsiz hissetmek, kendime hayvan sıfatını yakıştırmama neden oluyordu. Gerçi, hayvanların bile, iyi-kötü sahipleri vardır.
Sanki özgür olmak demek, sahipsiz olmak demek…
…
Uzun yıllar boyunca, kanserin tesirine esir düşen bedenim, yatalak bir şekilde hayatını sürdürdü. Hayatım, her aybaşı çarşafı yenilenen bir yatakta, tavanı izleyerek geçti. Hayatım boyunca yapmayı sevdiğim en büyük şey; düşünmekti… Beyaz tavana bakarak dünümü ve yarınımı düşünüyordum. Hep de susamaktaydım, som zamanlarda daha da susamaya başladım. Nedeni bilinmez, ağrılarım çoğalmaya başladı. Bakıcımın, birkaç gün önce parasını veremediğim için evi terk etmesiyle, yatak odamın karşısındaki mutfağa gidip su alamıyordum. Bakıcımın, kıyafetimi değiştirmeme yardımcı oluyor ve su getiriyordu. Yeri geliyor, yazdığım kâğıtları yayınevine götürüyordu. Fakat hiç ama hiç, kötülüğü dokunmuyordu. Hiçbir şey söylemeden, gizlice çekip gitmişti.
Son birkaç saattir yorgunluğum kalmamış gibiydi, uykudan yeni uyanmıştım. Daha önceleri uyanınca, basket maçından çıkmış gibi kollarım ve bacaklarım ağrıyordu. Rüya görmekten ve düşünmekten de başım ağrıyordu artık. Fakat şu an hiçbir şeyim yoktu.
Öleceğimi anlıyordum… Yıllardır ilk defa garip bir durumdaydım. Evet, gerçekten ölecek gibiydim. Yutkunmakta zorluk çekiyordum. Daha doğrusu yutkunamıyordum bile… Tükürük bezlerim çalışmıyor gibiydi, hissetmiyordum dudaklarımı. Sanki iç organlarıma felç gelmişti.
Sol kolum ağrıyordu, zor bir şekilde, başucumdaki müzik setinin oynat düğmesine doğru kolumu uzattım ve düğmeye bastım.
Hayalimi düşünüyordum. Fakat hayallerim çoktan yosun tutmuştu… Ve hiçbir sabah, güneşle uyanmayacaktı. Bunu biliyordum… Ama en büyük hayalimi gerçekleştirme ümidim vardı. Bu imkânsızdı, yine de hayatımın enerjisiyle bunu gerçekleştirebileceğimi biliyordum. Fakat nasıl olacağını bilmiyordum!
Müzik setinde çalan klasik müzik ruhumu okşuyordu. Kasetin bitimine yakın, nihayet aklıma düşünceler yerleşmeye başlamıştı… Zar zor düşünüyordum, kendimi bir kuş gibi hafif hissediyordum ve de damağım kupkuruydu, gittikçe çürüyordu sanki.
Hayalimi gerçekleştirmeye karar vermiştim. Babamla uçurtma uçurmak, şu an için düşünülmesi bile gülünç olan bir saçmalıktı. Fakat ilk defa kendim için bir şey yapmak istedim.
Hep yazı yazmıştım, sadece ihtiyaçlarımı karşılıyordum. Uykularımı ve yemek yemeyi bile düşünmüyordum. Bunlar benim için ihtiyaç olmaktan çıkmıştı. Belki de bu yüzden kanser olmuştum. Yazmadığım bir şey kalmamıştı. Kendimi bile yazmıştım. Hatta ilk, kendimi yazmıştım. Daha sonra da kendimde yazacak bir şey bulamayınca sıkılıp vazgeçmiştim.
Şimdi ise en büyük hayalimi yazmak istiyorum. Babamı ve uçurtma uçurttuğum o güzel saati, belki de dakikaları, saniyeleri… Hiç değilse saniyeleri anlatmak, okuması en keyif verici ve heyecanlı bir hikâye olabilirdi. Tat alarak yazacağım yazıya başlamak için, müzik setinin yanından bir tane mavi dolmakalem aldım. Kalemim . doluydu. Fakat kâğıdım yoktu. Yatağın yanında, etrafında, üstünde, altında… hiçbir kağıt yoktu. Sadece yastığımın altında kâğıtlar vardı. Fakat kullanılmışlardı. Çaresiz onlara yazmak zorunda kaldım. Kalkıp yeni bir kâğıt bile alamayacak kadar kötüydüm. Diğer yandan da iyiydim. Çünkü öleceğimi biliyordum. Sanki Azrail, bana durumumu hissettiriyordu.
Kullanılmış bir sarı kâğıda başlıksız ilk cümleyi yazmaya başladım. Kâğıdın sarılığı, zamandan kaynaklanıyordu. Uzun süre ellenmediği için, yastığımın altında sararmıştı. İlk cümle; hayal ettiğim babamın karakterini açıklıyordu. Saçlarının gürlüğü, yüzünün güzelliğini, beni sevdiğini… yazıyordum. Satırlar ilerledikçe babama olan merakım artmaya başladı ve sesli düşündükçe, sesim kısılmaya başladı.Babamla karşılaştığım ve uçurtmayı uçuracağımız parkı yazacağım cümleler, sabırsızlıkla yaklaşırken, boğazıma sert bir ağrı girdi.Ağrı ile birlikte nefes alamamaya başladım.Nefes alamıyordum.Nefes alamadığım için birkaç dakika sonra bayılacağımı ve öleceğimi biliyordum.Her geçen saniyede, yazmak istediğim yazının, yarım kalmaması için dua ediyordum.Ama ellerim yarım kaldı.Önce, kağıtları tutan sol elim, sonra da kalemi tutan sağ elim bacağıma doğru düştü, . hikayem ve hayalim yarım kaldı…
Eray Dedik'e teşekkürler.
Wednesday, December 24, 2008
Ankara Sahibine Döndü...
Wednesday, December 10, 2008
Kimsiniz?
-Geçici Issızım
-Daha iyi olabilirdi.
Genel olarak olmasını istediğiniz gibi bir hayatınız var ve idare ettiğini düşünüyorsunuz. Ancak ara sıra “daha iyi olabilirdi” demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Belki size daha fazla destek olabilecek arkadaşlara ihtiyacınız var ya da kendinizi daha iyi ifade edebileceğiniz bir işe. Hayatınızda birşeyler eksik ve onu bulduğunuz an gerçek mutluluğu da bulmuş olacaksınız.
-Kibirli!
Başkaları sizi dikkatle başedilmesi gereken biri gibi görüyorlar, dışarıdan ben merkezci, kibirli ve baskın karakterli olarak algılanıyorsunuz. Onlar, size özenip sizin gibi olmak isteyebilirler ama asla size güvenmezler ve sizinle ilişkiye girmekten kaçınırlar. Ama özgüveniniz o kadar yüksektir ki başkalarının dediklerine pek kulak asmassınız.
-Peki nasıl bir dostsun N.v.?
-Rahat (?) bir dostum.
Sizin hiç bir zaman illa beni sevsinler, illa benimle vakit geçirmekten keyif alsınlar diye bir derdiniz yoktur. İnsanlara kendinizi sevdirmek için ekstra bir çaba harcamazsınız. Her ortamda kendiniz gibi oluşunuz ve bu rahat tavırlarınız yeni girdiğiniz bir ortamda bile farkedilir ve bu nedenlerle diğer insanlar sizin yanınızda huzur bulurlar. Çünkü onlar da sizin rahatlığınızdan etkilenip aynı şekilde yapmacık tavırlara girmezler. Dolayısıyla herkes sizinle vakit geçirmekten keyif alır her ortamda sizin de olmanızı isterler. Tatil planlarında bile bir çok yerden teklif alıyor ve karar vermekte zorlanıyor oluşunuz bundandır.
-New York.
Siz tam bir modern dünya insanısınız teknolojinin ve yeniliklerin kalbi olan New York sizin şehriniz . daha önce gitmediyseniz bile New York’a gittiğinizde hiç yabancılık çekmeyeceğinize emin olabilirsiniz. New York da diğer şehirler gibi duyguları olan bir şehir ama diğerleri kadar detaycı değil. New York sizin nereden geldiğinizi umursamaz, sizin dilinizi, geçmişinizi sorgulamaz, eğer o an oradaysanız onun için önemli olan budur. Ne kadar süredir orada olduğunuz önemli değildir. Siz de aynı New York gibi geçmişi kurcalamktan hoşlanmazsınız, mevcut neyse sizin için önemli olan o dur. Eminiz ki sizing de New York gibi her kesimden arkadaşınız vardır. Bir ortama giriğinizde uyum sağlamakta zorlanmazsınız. Tüm bu veriler ışığında kısaca siz “New York”sunuz diyebiliriz.
-Bir önceki hayatında kimdin N.v.?
-Şarap Üreticisi.
Bir önceki hayatınızda Güney Fransa’da üzüm bağları olan bir şarap üreticisiydiniz. Maddi açıdan varlıklı fakat bulunduğu çevreden hoşlanmayan biriydiniz. Bu nedenle sık sık kendi dünyanıza çekilir ve hayat üzerine bir filozof edasıyla düşünceler geliştirirdiniz. Hatta bu düşüncelerinizi yazıya döküp bir kitap halinde yayınlamayı bile düşündünüz fakat beklenmedik bir aşk macerası sizin hayata bambaşka bir gözle bakmanıza neden oldu ve daha önce yazdığınız ve düşündüğünüz herşey size yavan gelmeye başladı. Bu nedenle bu yazıları hiç bir zaman yayınlamadınız. Büyük aşkınızla hiç bir zaman evlenmediniz ama ömrünüzün sonuna kadar birlikte yaşayarak, hayatınızın tadını doya doya çıkardınız. Ölümünüzden sonra sevgiliniz sizin yazılarınızı evin bir köşesinde buldu ve her akşam sizinle konuşur gibi hissederek o yazıları tekrar tekrar okudu.
-Ve önemli konu... Nasıl bir yalancısın N.v.?
-Berbat bi yalancıyım.
Kusura bakmayın ama söylediğiniz yalanların hiçbirine kimse inanmıyor, hatta o kadar zorlanıyorsunuz ki, insanlar sizin söyledikleriniz karşısında gülmemek için kendilerini zor tutuyor. İyisimi siz yol yakınken dönün ve yalan söylemek için kendinizi zorlamayın. Yalan söyleyememek elbetteki bir kusur değil, hatta sizi bu konuda tebrik etmek gerekir çünkü bu zamanda zor bulunan nadide bir saflığınız var.
*ps: Birbilen'in bildiklerine ve söylediklerine dayanarak altına açıklama yazmıyorum. Anlayın anlyabilirseniz.
Tuesday, December 09, 2008
Ha Seen Ha Been ??
Ben:
hani böyle misafirliğe gidersin
gittiğin evin çok eğlenceli oyuncakları vardır
oynamayı çok istersin isteksiz isteksiz izin verirler
sen aldırmadan ( çocuksun ya ) mutlu mutlu oynarsın
sonra oyuncak kırılır
ne yapacağını bilemessin ya
onu diyorum işte
Sen:
mesela şuan benmkulağımda kulaklık ve son sen bu bahsettmz şarkı çalıyo
Ben:
hangisi
Sen:
ve senle böle konuşuoz
Ben:
people can fly mı ?
Sen:
people can fly
Sen:
ve ben tam şarkının adını yazarken
şarkıdda aynı şeler sölenio
hani bunlar rastlantı diil
oyuncaklar hep olur
kıra kıra nası kırmıcanı öğrenirsin
sonrada oyuncaa ihtiyacın olmaz
Ben:
tam öğrendiğimde oyuncakla oynayacak yaşı geçersem ya
Sen:
öğrenince o yaşı geçmiş oluyosun zaten
Ben:
yani yaşın gereksinimi oyuncağı kırmak diyorsun
Peki ağaçta klüben oldu mu senin hiç ?
Sen:
tabiki de cocukluun ne anlmaı kaldı o zman
oldu
ve o ağacın dalı kırıldı
klubemn olduu dal
o günki yıkıntım
Ben:
ben yapamadım hiç, binalaın arasında büyüdüm hep
ben çadır yapabildim koca binaların balkonlarına
Sen:
o klubemn olduu camından aşaa düşerken ayaklarımdan yakalandıım evin bi albumunu oluşturcam yakında
keşke sennde öle olsaydı derim
çocuklunu bahçesi olan bötrü böcek meyve olan bi evde gecirmek
gercek ten anlatılmaz yaşanır
Ben:
belki de onun için bu kadar güzel açılardan resimler yakalıyabiliyorsun
belki de çocukken bende fazla renk gördüğün için
Sen:
bu fotodaki kim
Ben:
Issız adamı izleyemedin dimi sen de daha
izlediğin zaman aklına gelsin
işte onun hayalinde öyle bir huzur var de :)
Sen:
tamam izlemedim ama aklımda olcak
peki bişe sorcam
Sen:
hani konuştukya
balkonda çadır klube falan
benm cocuklumun geçtiği iki katlı bahçeli bi ev var
su an hala babanem oturuyo onda
ve ben o evde fotolar cektim
klubemn olduu yeri
top oynadıım yeri
topumun kaçtığı duvarı arkasındaki korkunç teyzeyi
bunları görünce sövermisin bana
Ben:
Yok sövmem
güzel bir galeri yap sen
ben bakarım sevinerek
Sen:
senn için yarın tekrar gidip çekim yapcam
Ben:
Söz mü lan
Sen:
Valla bak.
İnsanın böyle muhabbet edeceği şahıs zamirleri varken neden blog yazsın ki???
Monday, December 08, 2008
08 Aralık 2008, Pazartesi
Hey evlat,
"Bir sandalye çek ve otur, mumlar var, mumları yak, anlatacaklarım uzun, uzundur yollar. Ve her ne yöne gidersen git beter gibi sonsuz ama yoksun nedenin yoksa!"
Hani sen de yaptın, hayaller kurdun kafanda, onları yönlendirdin, onlara hayat verdin, onlar karar verdi senin hayat gidişatına, sen karar verdin onların hayat sürelerine. Sonra neye vardın, ne bekliyordun? Ne vardı hayalinin bilinç altındaki o yaratıcı yaratma cesaretinin temelinde? Bir gün sabah uyanacaktın ve tüm yanlışların bir hayal ürününün sorumluluğunda kalacaktı, sen ise mükemmel başka bir hayal ürünüyle kahraman mı olacaktın. Haydi biraz dolaş da gel.
"Yanmalısın sönmelisin ruhları incitmeli. İnanırken yalanlara delirmiş olmalısın! Bakmalısın görmelisin acıya yerlenmelisin. Varmak için 'hep'lere önce 'hiç'i göze almalısın."
Söylemiştim sana, aşk benim kurtuluum, soluğum, özgürlüğümdür, diye. Bu sıradan, bu bayağı hayattan, bu günlük, bu insanı haysiyetsiz bırakan korku ve kaygılardan, hesaplardan, kendimi korumak için girdiğim rollerden, baskılardan, aşkımla çıkabildim ancak; aşk benim için ya hep ya hiçtir, diye. Çünkü ben sizler gibi olamadım bir türlü.
"Ağlarla kaplı hiç bilemezsin! Her yanım her sözüm her savaşım her yönüm, Öyle zor öyle zor geliyor ki her yeni gün... "
*not: 09.12.2008'de Ergenlikten çıktığını düşünen NoktasizvirguL'ün son ergen hali ile konuşmasıdır. Kimseye bir sesleniş yoktur.
Friday, September 05, 2008
Benim Yurdum Yalnızlık...
Duyduğum kadarıyla Peygamber Efendimiz'in acıdığı üç insanlardan biri de yalnızlarmış. Aman aman yanlış anlamayın, bu sizin bildiğinin yalnızlardan değil, âlim olduğu halde cahillerin arasında yaşamaya mecbur kalanlardan bahsediyor. En büyük yalnızlığın bu olduğunu bilmeliydiniz bence... Bununkinin yanında dağ başındakii kırlardaki yalnızlık hiç birşey değildir. İnsan ağaçla, ırmakla, tabiatın bütün unsurlarıyla dost olabilir çünkü...
Ya kalabalığın arasındaki yalnız, onun dostu kimdir? Söylediklerinden anlamayan her göz onun yalnızlığını arttırır. Mütevazi olmayalım şimdi, insanın yüceliğe doğru uzanması, onu yalnızlığa itecektir.
Daha önce de söylediğim gibi, yalnızlar topluluğu büyük kalabalıkları, büyük kalabalıklar ise büyük yalnızları yaratıyor.
Bu elleri bağlanmış yalnızlığını ifade etmek için "Benim yurdum yalnızlık" diyen Nietzsche yalnız kalmamak için dünyayı gezerek düşüncenin engin sınırlarında kendine dost aradı. Bir gurbetci gibi ana vatanına döndü sonunda, yalnızlığına...
Bu yalnızlık Nietzsche'yi daha çok yetiştiriyor, yeni ve engin düşüncelere ulaştırıyordu. Çağdaşlarından daha üst hale getiriyordu onu, yüceliğe doğru ilerletiyordu. Sonucunda yalnızlığı daha artmış buluyordu kendisini. Tabiki yeniden pişmeler, yeni iklimlere uçuşmalar, yeniden kalıba dökülmeler başlıyordu içinde...
Ömrünün sonlarına dığru tamamen yalnız kalışını Stefan Zweig şöyle tasvir ediyor: "Hiçbir keşiş, hiçbir çöl münzevisi, hiçbir aziz heykeli bu kadar terk edilmiş değildi; çünkü onların, o inanç delilerinin Tanrısı vardır, oysa bunun bu "Tanrı Katili"nin artık ne Tanrısı, ne de insanı vardır. Kendini kazandığı ölçüde dünyayı kaybeder; dolaştıkça çevresindeki çöl büyür."
"Benim sözüm bu kulaklar için değil" diyen Nietzsche yalnızlığının sebebini, Mevlana'nın "Ham pişkinin halinden anlamaz, o yüzden laf kısa kesilmeli" tarzında anlatıyor. Kanatlanıp tüm şekilleri aşmak, hür olmak istiyordu. Bu istek onu etrafındaki insanlara karşı uzaklaştırıyordu. Yalnızlık duvarına bir tuğla daha koyuyordu. Kurtuluşunu kalem kağıtta arıyor; çilesiyle yeni eserler üretiyor, bunlar sadece yalnızlığını arttırıyordu.
Çok değer verdiği aziz dostu Wagner dahi onu terk etti. Aldığı darbeler sıradan fanileri yere sererdi; ama onun kişiliği çelikleşmiştir. Yılmayı kendine yakıştırmadı ve yazmayı sürdürdü. Kendisi gibilere yazıları aracılığıyla anlaşılmak ve onları etrafına toplamak istiyordu. Bu onun için son derece boş bir hayaldi sadece...
Yazdıkları satılmıyor, hiç bir yayıncı da yayınlamak istemiyordu. Yayınlatmak için çok güç şartlarda biriktirdiği parasını verdi. Kitaplarının satması bir yana, onları hediye edecek bir dostu bile kalmamıştı.
Almanyadaki dostu Overbech'e kitabını şöyle söyleyerek hediye etti: "Eski dostum, bir başından bir sonundan oku, aklını karıştırma, sıkılma. İyi niyetinin gücünü topla benim için. Kitabın tamamı sence çekilmezse de belki yüz sayfası öyle değildir."
Size yalnız olun bu sizi yüceltecektir demiyorum, eğer toplumun sınırlarını aşarsanız ve yüceliğe doğru adım atarsanız bu sizi yalnızlığa sürükleyecektir diyorum. Yalnızlığı hissettiğinizde sakın yılmayın ve devam edin. Dünya'nın size nasıl ihtiyacı olduğunu düşünün ve yalnızlığın tadını çıkarın.
Mehmet Ali Abbasoğlu. Mehmet Niyazi'nin yardımları ile...
Thursday, September 04, 2008
Efendim ??
İyi ol fakat çok iyi olma. Birazcik huysuz ol fakat çok degil. İçinden geliyorsa dua et. Eger sana rahatlik veriyorsa arada bir küfür de et. Etrafindakilere mümkün oldugunca dostça davran, müsfik ol. Eger bir gün kötü davranmani gerektirecek bir durum karsisinda kalirsan; bagir,çagir,kir, dök ve unut! Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, en ufak bir parçanin bile kaçmasina izin verme. Yaşa herseyden önce yaşa ve sirf tesadüfen bu dünyaya gelmis oldugun için, laf olsun diye günlerini geçirme. Eğer gerçek aski taniyacak kadar sansliysan; bütün kalbin,ruhun ve bedeninle sev! Hayatini o sekilde yasa ki; her an kendi elini sikabilesin ve her gün faydali olan, hiç olmazsa bir sey yap ki; gecelerin yaklasirken örtüleri üzerine çekip kendi kendine "ben elimden geleni yaptim" diyebilesin. Düsüncelerin neyse hayatin da odur. hayatin gidişini degistirmek istiyorsan düsüncelerini degistir.
-William Shakespeare-
Hmm... Tamam...
Wednesday, August 27, 2008
Oyunun Kuralları
/* Anlamadığınız tabirler için yazının en altına bakınız, baktığınızda yazının uzun olduğunu farkediniz ve eğer okumayacaksanız şimdiden kapatınız. Sonunu okumadna güzel olmaz. Direk sonuna da bakmayın siz yine de. Zaten siteme giren okuyucuların %97 sitede 5 sn ve altı duruyorlarmış. Tebrikler yani. */
Gelsin bırak zorluklar, duvarlar çekme önüne, kesme engellerin yolunu. Bırak çarpsınlar yüzüne... Kim eğitecek seni söylesene başka türlü? Nasıl öğrenecesin hayatın ne demek olduğunu ve bu oyunun kurallarını? Kusura bakma şimdi, hiç beni yargılamaya da kalkma, evet hayat bir oyun bence. Tek kullanımlık olması, sadece bir jetonunuzun olması (veya bizim öyle olduğunu zannetmemiz) ve oyunda sadece bir canınızın olması bunun bir oyun olmadığını göstermez. Biliyorum bunu reddetmenin sebebi "autosave" olmayan bir oyunda save yapamadan öldüğünüz ve en başından başlamak zorunda kaldığınız oyunların aklına gelmesi. Korkma, hiç korkma. Hani şu oyunlarda yaşadığın üzüntü var ya bu oyunda sadece 10 saniye sürebiliyor. Çünkü ölmenin kesinleşmesi anından sonra 10 saniye boyunca beynin halen çalışıyor. 10 saniyeyi de pişman olarak geçirmeyi planlamıyorum ben şahsen, seni bilmem...
Üzülme şimdi elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi. Ben de bunu kabullenirken çok zorlanmıştım, reddetmiştim. Rüyama giriyordu ölüm anlarım, ama rüyalarımda iyi bir savaşçıyımdır bilirsin, seni çok kurtarmışlığım vardır. Hiç rüyamda ölmedim ben bilir misin? Ama başrolü paylaştığımız bir rüyada sen ölüyordun, bense hiç bir şey yapamıyordum. Kızma şimdi bana hayat oyununda böyle birşey olmaz, olamaz. Anlatamayacağım şimdi o rüyayı...
Rüyamda bile ölmeyi tecrübe edemediğim için kendime oyunlar uydurmuştum, sana anlatmaya vaktim olmadı. Durduk yerde olmadık mekanlarda birden iki elimle gözlerimi kapatırdım ve hadi öldün 10 saniyen var derdim. Antrenmanlıyımdır bilirsin, çalışırım çabalarım bazı hedefler uğruna. O oyunlarda bile 10 saniyede hiç bir şey yapamadım hiç bir şey söyleyemedim biliyor musun? Kendi oyununda kaybetmeyi bilir misin? Hani çocukken parasını verip aldığın, uyduruk yerlerde oynadığın için bir şekilde patlayan ama karizması olan mikasa topunla oynanan "9 Aylık" oyununda "Anne" olup çıktın mı sen hiç?
Anne olup çıkmak derken ben çocukken bizim mahallede oyunun sonuncusu anne olurdu, anlayacağın anne olmak kötüydü bizim mahallede. Anne olmak istemez tabiki erkekler, tabiki kötü birşey diyeceksin ama anneye olan saygıyı baltalamıyor mu sence de? Amaan diyeceksin Kurtlar Vadisi varken başka etkenleri tartışmaya ne lüzum.
- Nerde kalmıştık?
- Karı üzerini çıkardı sen dur dedin kaptan...
- Haaa. [Gülme Efekti]
Oyunun kurallarından bahsediyordum, tabi yaa, oyun ve kuralları. Oyunun kurallarını veren bir "manuel" olsa da okusak diyorum. Hatta okumayanlara da bağırsam "RTFM" diye... Dediğim gibi zorluklar suratına çarpmassa öğrenemezsin, kimse eline vermez kuralları. Yelkenlileri düşün mesela, nasıl ilerlediklerini düşün.. Rüzgarı arkalarına alıyorlar ve bu yöntemle gidiyorlar zannediyorsun değil mi? Ben de bir gemici ile şarap içmeden önce böyle düşünüyordum. Yelkenlerin içinde bir tasarım harikası olduğunu öğrendim. "Tackling" yapıyorlar, mesela bunu Allen Iverson da yapıyor, Patrick Vierra da. Rüzgardan faydalanmayı bileceksin arkadaşım, sana tokat yiyince diğer yanağını dön diyen oldu mu? Onlara enayi derler, bak sen gel beni dinle, iyiler bu dünyada doğal seleksiyona uğramakta ve soyları tükenecek. Onlardan birisi olmayı mı istersin, ilerde bir "O" vardı bir de koalalar, koalaların üşengeçlikten soyları tükendi, onun da iyilikten diyecekler.
Şimdi soracaksın bana, hadi sor izin veriyorum. Diyeceksin ki çok ahkam kesiyorsun arkadaş, yaşın kaç başın kaç, sen nerden biliyorsun hayatın kurallarını, tüm hayatın boyunca zorluklarla yaşasan yine yetmez ki oyunun kurallarını çözmeye. Tahmin et ne cevap vereceğim... Biliyordum cevabımı tahmin edebileceğini. Tabiki "Bir gün oyunun kurallarını çözersem intahar edeceğim" diyeceğim. Ben galibi belli bir oyuna mağlup tarafta başlamam adamım...
autosave:Oyunun otomatik kaydedilmesi ve öldükten sonra öldüğünüz yerde başlamanız.
9 Aylık:1 kaleci ve birkaç oyuncu ile oynanır belli sayıdaki golu yiyen kaleci oyundan çıkar. Topu auta atan kaleye geçer.
Diyalog: Erkan Can'ın gemide filmi.
RTFM: Read The Fucking Manual
Tackling in Sailing: "Tacking" yöntemi yelkenliye dik açıyla gelen rüzgara karşı yol almasını sağlar. Yelkenli belli bir süre gitmesini istediği yönde hareket eder, örneğin sağ tarafa. Sonra kaptan yelkenleri açar ve zik-zak şeklinde uygun zamanda ters yöne(sola) döner. Bu şekilde yelkenli karşıdan gelen rüzgara doğru ilerleyebilir.
Sunday, August 24, 2008
The Reverse Engineer
Hey sen, evet evet oradaki. İnsanlar hayatım boyunca benim yazdıklarımı okuduklarını idaa ettiler. Bense hiçbir zaman inanmadım. Nerden anlıyorsun diyeceksin. Ve ben de sana ne ulan diyeceğim. Hayat ne kadar bastırırsa bastırsın, insanların inandıkları birşeyler vardır. Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi... Ama bu biraz farklı. Nasıl diyeyim ben sana sapkanın içinden tavşan çıkarıyorum senin için diyorum, sense önceden koydun oraya dimi yazık o hayvana diyorsun. Bakış açılarımız farklı bir defa sevgilim. Sen tavşanın orda olduğuna ve iyi olduğuna inanmak istiyorsun, bense birgün sana ciden şapkaya önceden tavşan koymadığımı açıklayabilmek. İşler biraz karıştı bu günlerde... Bana hayatım deme, ben senin nasıl hayatın oalbilirim ki? Ne yani ben yanında yokken kendini hibernate mi ediyorsun?
Hayata tersten yaklaşmayı öğrendim bu günlerde, nasıl diyeyim "Engineer" dediğimiz mühendisler birşeyleri birleştirip insanların işine yarıyacak başka birşeyler oluşturuyorlar ya, işte ben biraz tersten yaklaşıyorum yaklaşık 1 aydır. Yani "Engineer"ler (ki bana ilk okulda araba tamircisi diye öğretilmişti) birşeyleri oluşturuyor ve bana veriyorlar, ben sadece sonuca bakarak malzemelerini anlamaya çalışıyorum. Hatırlarsın, hani seninle bir gün biryerlerde yemek yemiştik, sen "ben bu yemeğin aynısını yaparım, çok kolay!" demiştin. Ben de "Hadi ordan seni salak, hemen de anladın ya içinde ne olduğunu..." demiştim içimden ve gülümsemiştim. İşte aslında sen onu yapabiliyormuşsun, ben de ".Exe"si verilen kodun "Source Koduna" iniyorum. Anlayacağın sevgilim bunlar derin konular, bak sen pek okumaz, bilmez, görmez, anlamazsın benim gözümde. O yüzden sen ne dersen be ben senin dediğini kabul etmeyeceğim, bana kabul etmek ters, sevgilim!
Sevgilim ???
Bak yine anlamadan dinlemeden gitmiş yine, anlamaz ki dinlese de....
______
Anne ben reverse engineer oldum =))
Saturday, August 23, 2008
Sevgili Karar,
Bu mektubu yazmadan önce epey kararsızlık yaşadım. Yazacak bir şeyim yoktu belki ama en çok senin yokluğundu beni etkileyen. Sonunda, yani seninle yüz yüze konuşamayacağımı anladığımda, sana mektup yoluyla ulaşmaya karar verdim.
İnsanın sosyal bir varlık olması ne kadar garip değil mi? “İnsan sosyal bir varlıktır” cümlesine soru sormayı veya ona neden nasıl –mıdır gibisinden sataşmayı çok istemiştim çocukken. O zaman bizim için yasalar olmamasına rağmen öğretmenler vardı ve neyin sorulup neyin sorulmayacağına onlar karar veriyordu. SOSyallikle ilk kez ilkokul sırsında arkadaşım Bora ile “SOS” oynarken tanıştım. Sos dediğin nedir ki XOX’in değişik bir Türk versiyonu bana göre. “Etrafına bakma yavrum önünle ilgilen!” Belki o yıllarda hayat daha basitti, henüz tarih çağlarına geçmemiştik belki ama yavaş yavaş yazıyı keşvediyorduk. Daha Lidyalılar parayı bulmamışlardı, eğer bulmuşsalar bile bize vermiyorlardı. Dediğim gibi hayat basitti; ufak lastiklerin veya kartondan kesme direksiyonların trafiği can almıyor, küçük yaşta “oyuncak” olarak elimize verilen silahların insanları öldürebildiğinin, yani gerçekten öldürebildiğinin, farkına varamıyorduk. Kararları da biz değil, yaşça büyük olanlarımız veriyordu, basitti.
Uzun yıllar sonra yaşı dolayısiyle değil mevkisi sayesinde karar veren ve verdiren kimse bana “Karar verdiğini iddaa ederek kim olduğunu zannediyorsun?” diyecekti. Bu bir ödev olabilirdi ama benim dünyamda, mekan değişmişti. Köprü altında kendini tanımayan bir amca, sıkınyısını giderebilmek ve bilare kendisine içki aldırabiecek birini bulma edasıyla bana hayatı sorgulatacaktı. Ki başardı; dersten geçtim hayatta bütünlemeye kaldım.
Sosyal ortam olmadan karar veremeyen, karar vermeyi bırakın, bırakın karar vermeyi, düşünemeyen insanlarla tanışacaktım bütünleme sınavında. Ki o sınavdan geçmek hiç birinin aklında bile yoktu, çünkü akılları meşguldu; karar veriyorlardı. Oysa çalışkan öğrenciler yine gecelerini adıyordu birşey olabilmek için, derse hazırlıklı gidiyorlar, ne bileyim çeki düzen veriyorlardı belki de, bana sormayın onlardan olamadım.
Bizim gecelerimiz güzeldi, değişikti, garip bir kokusu vardı, ki sanırsam bunun sebebi insanların kendi pisliklerini gecenin aydınlığına katmak için yakmalarıydı. Uykututmaz gecelerde uykulu gözlere acırdı yaşanmaz anlatılır efkarımız ve ağlamazdık hiç bir zaman gerçekten gözlerimizle... Bir karar arıyordu herkes, her defasında verilen tek karar kararın alınması gerektiğiydi. Bazıları saatlerce güzel hayallerin peşinde, Alice’in tavşanın peşinde koştuğu gibi koşar, ardından Budda'nın altında ilhama kavuştuğu söylenen Bodhi Ağacı’nın altındaymışcasına her hayalın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu farkedip tekrar başladığı yere dönüyor; kimisi kör avcının pirincin taşını ayıkladığı gibi arkadaşlarını ayıklamaya çalışıyordu. Sakın yanlış anlamayın, insan hayallerle yaşar derler ikisi de sadece ihtiyacını alıp posasını atıyordu. Sadece ikincisinin arkadaş ayıklaması, yani bir karar vermesi hastalıklı bir sindirim sistemi gibi oluyordu, ihtiyacını alamıyordu posasını da atamıyordu. Ama ikisinin de geceleri verdiği sözler o zamanlar kendisi gibi yamandı; yaptığı işlerse, bugünkü kendisi gibi, bir hiç!
Çocukken televizyonda gördüğüm, ve aman tanrım bu adam rüyalarımdaki bilgeler gibi konuşuyor dediğim birinden sana ileteceklerim var ayrıca:
"Ama düşünce yaşamın kölesidir, yaşamsa zamanın soytarısı;
Tüm dünyanın dökümünü çıkaran zamana gelince,
Onun da bir durağı olmak zorunda.
Aynan gösterecek sana, nasıl yıpranıp gittiğini güzelliklerinin,
Saatin, değerli dakikaların nasıl yokolup gittiğini anlatacak,
Düşüncelerinin izini taşıyacak önündeki boş yapraklar.
En tatlı şeyi bile en acıya döndürüverir vardığı son,
Zambak çürümeye görsün, en çirkin ottan kötü kokar."*
Kararını bekliyorum,
Sevgili dostun,
Noktasızvirgul...
*Güneş Çarkında Gölgeler - Shakespeare'den Alıntılar / Bülent R. Bozkurt.
Eskiden beri beni takip edip bu yazıyı okuyanlar için çorbaya su katıp tekrar içirmek gibi olabilir (bu konuda adam gibi bir deyim vardı ya neyse...) ama bu yazı şu günler için tekrardan incelenmeli diye düşündüm...
Friday, June 20, 2008
Hırvatistan (Croatia) - Türkiye (Turkey) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası: (0 - 0)
Penaltılar : (1 - 3)
Goller:
119' I. Klasnic
120' S. Sentürk
penalty shoot-out :
L. Modric [0 - 1] A. Turan
D. Srna [1 - 2] S. Sentürk
I. Rakitic [1 - 3] H. Altintop
M. Petric [1 - 3]
GOLLER Download - İndir
PENALTILAR Download - İndir
Thursday, June 19, 2008
Portekiz(Portugal) - Almanya (Germany) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası: (1-2)
Goller :
22' B. Schweinsteiger
26' M. Klose
40' N. Gomes
61' M. Ballack
87' H. Postiga
Download - İndir
Wednesday, June 18, 2008
Yünanistan ( Greece) - İspanya (Spain) Euro 2008 Gol Videosu
Devre Arası:(1- 0)
Goller :
42' A. Charisteas
61' R.D.l. Red
88' D. Guiza
Download - İndir
Rusya (Russia) - İsveç (Sweden) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası : (1 - 0)
Goller :
24' R. Pavlyuchenko
50' A. Arshavin
Download - İndir
Tuesday, June 17, 2008
Fransa ( France) - İtalya (İtaly) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası: (0-1)
Goller :
25' A. Pirlo (pen.)
62' D.D. Rossi
Download - İndir
Hollanda (Netherlands) - Romanya (Romania) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası: (0-0)
Goller :
54' K.J. Huntelaar
87' R.v. Persie
Download - İndir
Türkiye (Turkey) - Çek Cumhuriyeti (Czech Republic) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası : (0-1)
Goller :
34' J. Koller
62' J. Plasil
75' A. Turan
87' N. Kahveci
89' N. Kahveci
Download - İndir
İsviçre (Switzerland) - Portekiz (Portugal) EURO 2008 Gol Videosu
Devre Arası : (0-0)
Goller :
71' H. Yakin
83' H. Yakin (pen.)
Download - İndir
Sunday, June 15, 2008
ÖSS 2008 Soruları
2008 ÖĞRENCİ SEÇME SINAVI (ÖSS) SORU KİTAPÇIKLARI VE YANITLARI | |
Sınav Tarihi: 15.06.2008 | |
Ön Kapak | |
Genel Açıklama | |
Birinci Bölüm | İkinci Bölüm |
Arka Kapak | |
Cevap Anahtarı |
Saturday, June 14, 2008
EURO 2008 Gol Videoları ve Son Dakika Sonuçları
Futbol ile ilgilenen herkesin pür dikkat televizyona kitlendiği şu günlerde pek çok insan 90 dakikasını televizyonda maçı izlemeye ayıramayacak kadar yoğun. Ama her spor sever bu turnuvada atılan golleri izlemek için de meraklı. Bu yüzden EURO 2008 boyunca sitemde bir hizmet vermeye karar verdim, UEFA'nın engellemesiyle youtube golleri yayınlayamıyor, ancak bizim gibi bağımsız site sahipleri yayınlayabilir.
UEFA'ya remeidos'un dediği gibi "İnternet büyük bir dünyadır ama babamızın malı değildir." Diyorum ve bundan her maç bittikten birkaç dakika sonra gol videolarının sitemde yer alacağını siz okurlarıma bildiriyorum.
Tabiki geçtiğimiz maçları kaçıranlar için de hizmetimiz hazır. Buyrun EURO 2008 deki geçmiş tüm goller:
Switzerland vs. Czech Republic 0 - 1
Portugal vs. Turkey 2 - 0
Austria vs. Croatia 0 - 1
Germany vs. Poland 2 - 0
Romania vs. France 0 - 0
Holland vs. Italy 3 - 0
Spain vs. Russia 4 - 1
Greece vs. Sweden 0 - 2
Czech Republic vs. Portugal 1 - 3
Switzerland vs. Turkey 1 - 2
Croatia vs. Germany 2 - 1
Austria vs. Poland 1 - 1
Italy vs. Romania 1 - 1
Holland vs. France 4 - 1
Romanya Fransa maçının golleri olmadığı için vidyosu da elimde yok. Bü günün maçları akşam maç bitiminde elinizde :) Büyük ihtimalle onları gömülü olarak koyarım.
Monday, June 09, 2008
Kestik !!!
Kestik !!!
Öncelikle Türkiye Milli Futbol Takımı hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Okuyanlarımın çoğuun bildiği gibi Football Manager dışında pek fazla teknik bilgim yok takım yönetmek ve futbol taktikleri hakkında, yani anlayacağız gibi her futbol ile ilgilenen Türk genci gibi futbol ustası olduğumu iddaa etmiyorum. Sadece futboldan hiç birşey bilmeyen bir analizci gibi davranacağım. Dün futbolu Portekiz oynadı, biz sadece izledik. Portekiz'in gerçek performansını sergilemesini engelledik sadece diye düşünüyorum, çünkü takımın beyni olarak Cristiano Ronaldo sahadaydı ve onu durdurduk. Ancak sanırım Fatih Terim onu durdurun zaten gol atamazlar gibisinden birşey söylemiş olsa gerek ki Simao ve Moutinho'yu sahada resmen serbest bıraktık, ki Simao cidden formunun zirvesinde bu yıl. Sahada ben çok Türk Milleti az takım gördüğümü söyleyebilirim. Birbirinden habersiz 11 kişi sahada dolandıkça biz bu gruptan çıkamayız.Milli takım bu sene televizyonlarda çok fazla desteklenmiyor mu ??
Kestik !!!
Spor da bir yere kadar diyorsanız benden size bir tavsiye. 21 !!. Sinamalarımıza daha yeni gelen film, bilgisayarımda uzun süredir izlenmeyi bekliyordu. Oktay Ege Kozak'ın yazısını okuduktan sonra film hakkında biraz umutsuzluğa kapılsam da film gerçekten hoşuma gitti. Oktay Ege Kozak'ın da dediği gibi "21, Ocean’s serisi ve Tutku (Rounders) arasında bir yerde durmayı amaçlıyor. Hem Vegas’ın ışıltısı ve eğlencesi üzerine stilize bir eğlencelik, hem de yüksek rakamlı kumarın tehlikesi ve sömürüsü üzerine bir ahlâk hikayesi ortaya koymak istiyor. İşin sonunda ışıltılı Hollywood/Vegas karması ağırlığını basıyor ve kolay unutulabilir bir yapım olarak sonuçlanıyor 21." Filmin gerçek hayat öyküsü olması da filmi gerçekten çekici hale getiriyor. Filmin konusu hakkında pek birşey okumayı sevmediğim için burada filmden pek fazla bahsetmeyeceğim ama dikkat ettiğim noktaları belirteceğim.
- Kitapta (Bringing Down The House) MIT Blackjack grubunun en başarılı üyesi Asyalı Jeff Ma nedense filmde Ben Campell olmuş.
- Kitapta gruptaki çoğu karakter Asyalı iken filmde sadece 1 kişi asyalı, o da hırsızlıktan ve teknolojik aletlerden kafasını kaldırıp blackjack ile ilgili hiç bir şey yapmıyor. Hollywood halen etnik çeşitlilik sorunları yaşıyor.
- Birçok kumarhaneye gitmelerine rağmen her kumarhanede aynı güvenlik görevlilerin var olmasını anlayamadım, ama daha sonra bu Vegas'daki kumarhaneler anlaşıp ortak bir güvenlik ile çalışıyorlardır diye kılıf uyurdum, bilgisi olan beni aydınlatsın.
- Jim Sturgess öğrenciyken çok çirkin, parayı görünce yakışıklılaşıyor. Bu da bir erkeğin kendine bakmasının ne kadar önemli olduğuu bize gösteriyor.
- Superman Returns'den tanıdğımız Lois Lane, bu sefer karşımıza Jill Taylor olarak çıkıyor. Bu işim lamı cimi yok Kate Bosworth son derece göz alıcı bir kadın. Bu arada supermodel dahi nasıl oluyor anlamadım. Bunun canlı örneği varsa birisi bana gösterbilir mi?
Motor !!!
Thursday, June 05, 2008
2007 - 2008 NoktasizvirguL'u Tanıma Dönemi
Mademki anlatmak istiyorum geçtiğimiz dönemi, düzenli bir şekilde anlatayım en azından dedim kendi kendime. Tanıdığım insanların bir listesini yapmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü yapamadım. Daha yapmaya çalıştığım listeyi sileli 25 saniye olmamıştır sanırım. İnsanları kategorilere ayıramıyorum, bunu farkettim biraz önce. Yani bir insanı unutacağım diye telaşlandım, facebook'u aradım; birilerinin soyadlarını hatırlayamadım veya bilmiyordum, sordum öğrendim. Ama baktım ki böyle bir çalışma sonuçlanmayacak. Sonuç olarak bazılarını unutup yazamayacağım ama ayıp olacak. O yüzden onca insandan bahsetmek yerine yine kendimden bahsetmeye karar verdim.
Geçtiğimiz sene'yi öncelikle ikiye bölmek istiyorum. 2007 sonu ve 2008 başı olarak. Hatta anlatacağım insan olan Mehmet Ali'yi de ikiye bölmek istiyorum, okuldaki ve dışardaki diye. Bu iki kategoriyi tek tek işleyeceğiz şimdi.
2007 Sonu Okuldaki Mali:
Bu Mali, okulumuzdaki Güz dönemi olarak bilinen dönemde, Bilkent sınırları içerisindekidir. Lütfen başkalarıyla karıştırmayın, taklitlerinden sakının. Şimdi bu Mali ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Böyle yazdım ama bırakamıyoruz çünkü o çok değiştiği için buraya gelip yazamıyor. Neyse onu size ben anlatayım. 07'nin sonunda okulda birşey yoktu sanırsam tam olarak. Saçım uzundu ve tam techizatlı bir süpürgeye benziyordu. Hatta size bir söz vereyim, eğer Kemal o duş sonrasındaki halimi çektiği resmi verirse tam bu cümlelerin yanına koyacağım o resmi. Güz döneminde bizde değişik bir çalışma düzeni oturmuştu. Bakın oturmuştu diyorum ama hemencecik geri kalktığını belirtmeliyim sanırım. Bu arada unutmadan "erotik"e selamlarımı sevgilerimi ve saygılarımı iletmek istiyorum. (Erotik 75 çalışma odasının tam karşısında, 76. yurtta kalan bir hanım evladımız. Odasından cama vuran ışıkların rengini ve bu renklerdeki çeşitliliği görseniz eminim beni daha iyi anlayacaksınız.)
2007 Sonu Okul Dışındaki Mali:
07-Güz dediğimizde Mali'nin aklına sanırsam sadece bir şey gelecek: DOST'luk. Hani hayatınızda kaybetmemek için dua ettiğiniz, yanında olduğunda içinizin mutlu olduğu ve hiç bir zaman sıkılmadığınız insanlar vardır ya... İşte onlardan birkaç tanesine sahiptim ben 07 bitmeden önce. Hele ki içlerinden bir tanesi vardı, beni tanıyanlar hemen anlayacaktır, onun gibi bir dost daha bulamayacağım sanırım. İşte onu 07'nin sonunda kaybettiği için sanırım 07'nin adı artık onun için DOST.
Daha sonra başıma çok daha enteresan olayların geldiğini söylemeliyim. Tekila vakası, Tekila vakası reloaded, Kemal'i (bizimki değil askerde olan) Askere yolculama gecesi, Tribal vakası, Keçiören vakası, Mal Olduk Yaa Vakası ve daha neler... Uzun süredir yazı yazmadığım için okurların hiçbirinin bu olaylardan haberi yok ama hepsini tek tek anlatacağım, birazcık merak edin şimdilik. Pekçok yeni insanla tanıştım, ancak 07 Okul dışı Mali'sinin öğrendiği en büyük şey sanırsam "güvenme" oldu. Kaybetme korkusu yeni dost edinememe sebep oldu sanırsam.
Devamı için bizi takip edin...
Tuesday, June 03, 2008
Tuesday, May 27, 2008
Thomas.Kelso.S02E02.The. Final.Countdown.ABC.xvid.avi
Bilkent'de Thomas Kelso'dan HUM112 finaline girecekler için tavsiyeler:
Karl Marx - Communist Manifesto - Komünist Manifesto
Rousseau - Social Contact - Sosyal Anlaşma
Nietzieche - Geneology of Morals - Ecce Homo - Ahlakın Soyağacı
Descartes - Meditations on First Philosophy - İlk Felsefe üzerine Meditasyonlar
The Hegel Reader - Phenomenology of Spirit - (Türkçesini bilen yardım etsin)
Veee son olarak, E-book olarak, Montaigne - Essays - Denemeler.
Kolay gelsin arkadaşlar.
Sunday, May 25, 2008
Üç.Nokta.SE01E01.Unexpected Guest.HDTV.xvid.avi
Bugün yine akşam oldu, bugün de birikti içimde bana ait onca şey ... içimde biriken onca şey beni yine evime geri çağırdı.. odama... kalbime...
kim bilir kaç kez lanetledim kendimi odamda... kimbilir kaç kez kalbimde hiçledim kalbimi.. ama gidecek bir yerim yoktu... lanetlendiğim yerde biriktim, hiçlendiğim yerde çoğaldım... işte benim için hayat buydu, gidecek bir yeri olmamaktı... dönüp yine kalbime sığınmak, korkularıma, orda o eski aşklarıma, orda o eski hatalarıma sığınmaktı...
kalbim eksikti, kalbim korkaktı, kalbim yanlışlarla doluydu... ama o benim kalbimdi... eksikti, korkaktı, yanlıştı, ama tanıdıktı... tıpkı bana bazen tanıdık gelen, bunu hissettiğim halde yanımdan hızla uzaklaşan kaderim gibiydi... bazen iyi bir yanı çıkardı ortaya, o zaman onu daha çok severdim... kaderimin, yani karakterimin onca kötülük içindeki iyiliğine deliler gibi sarılırdım... kaderimin içindeki iyilikleri keşfettikçe kendime inanır, kendime inandıkça bencilleşir, bencilleştikçe yeniden kendimle, kalbimle kavgaya tutuşurdum...
hiç bir zaman ezenlerin yanında olmadım ben. istesem bile doğam izin vermezdi buna.
söz geçiremediğim bir yanım var, iyi kalpli kaderim gibi...
gelir ve içimdeki sızıyı kirletecek, karartacak ne varsa anında yok eder.... bana rağmen, bana inat herşeyi mahveder...bu mahvoluşa ben hep hayran olmuşumdur. bazzen ansızın, nasıl olduğunu bilmeden kendime sımsıkı sarılırken bulmuşumdur kendimi... sürgünlüğümün bitişidir bu... kalbime dönmenin zamanı gelmiştir... dışarda bir yerde kazanacak hiçbirşey yoktur... asıl zenginlik içimdedir....dışardaki bütün ölçülerin benim kendi ölçülerimle bir alakası yoktur, hissederim...
dışardaki sevginin içimdeki sevgiyle hiç bir yakınlığı yoktur... içimdekine inanmak varken dışardakine inanmak büyük bir yanılgıdır....
by Elif Balce.
Saturday, May 24, 2008
Eurovision.2008.S08E01.how to.win.a.song.contest.MTV.xvid.avi
Ders : How To Win Eurovision 101
Konu: Geçmişten Ders Çıkarabilmek
Sevgili arkadaşlar,
Bu günkü dersimizde, geçmişteki Eurovision başarılarından yola çıkarak, geleceğe yönelik verilecek kararlarla nasıl bu yarışmada başarılı olacağımızı inceleyeceğiz. Bildiğiniz üzere 3 yanı denizlerle kaplı coğrafi kara parçasına yarım ada denir. Yarım ada olan ülkelerin anlaşına geldiği üzere denizlerden başka dost komşusu yoktur. Ki bu ülke tarihte pek çok ülkeye karşı başarılı olduğu için komşu olmayan dostunun da pek fazla olduğu söylenemez.
E o zaman nasıl kazanacağız? (ara not: işte bir ders böyle olmalı, önce dersin amacını vermeli, eğer bilkent hocalarından biri bu blogu okuyorsa lütfen, ben şahsen bazı şeyleri neden öğrendiğimi bilmiyorum, bu yüzden lütfen...) Şimdiye kadar toplasan 10 tane Eurovision yarışması izlemişşimdir. Eurovision yarışmasında eğer güzel bir sahne şovu ve dile takılabilecek bir melodi varsa yarışmayı o kazanır. Tamam genel kural kardeş ülkelere ve komşulara yüksek oy verilmesidir. Bunun sebebi siyasi değildir. Evet açıklıyorum Eurovisyon'da siyaset miyaset yok arkadaşım. Oylar halk tarafından veriliyor. Hükümet veya devlet tarafından değil.
Peki insanlar nasıl oy verir. Tabiki öncelikle beğendiğiniz müziğe oy verirsiniz. Eğer insanlar yarışmada müzikal annamda cidden kedilerini etkileyecek bir ülke bulamazlarsa, en çok beğenecekleri eser içten gelen duygularla komşu ülkeler veya kardeş ülkeler olacaklardır. Ama bu koşullarda nasıl olsa ne yaparsak yapalım nasıl olsa kazanamayacağız filan diye mi düşünmeliyiz.
Hayır. Çünkü eğer insanları etkileyecek bir sahne şovu ve dile takılacak bir melodinizin olması lazım, insanların bu isteklerini karşılıyorsanız, emin olun kazanacaksınız. Komşulukmuş, kardeş ülkeymiş onlar ikinci etken. Eğer biz bu kadar ölü bir sahne şovu ile İngilizce olmayan bir şarkı ile 8. liği elde edebiliyorsak sahnede insanları etkilediğimizde kazanacağımıza inanıyorum. Ancak bu iş siyasi deyip halen aynı şekilde 5. ile 10. arasında gider geliriz.
Mor ve Ötesini, şarkısı, klibi ve çabası için tebrik ediyorum. Güzel sunulsa birinci olacak şarkıyı ziyan ettikleri için de tüm yetkili ekibi kınıyorum.
İyi günler çocuklar.
Thursday, May 22, 2008
cemal.kemal.F02E23.the.final.of history.was.found HDTV.xvid.avi
Belki tarih final sorularının cevaplarını arıyorsanız buraya bakabilirsiniz, biraz eksiklerimiz var ama sınava kadar güncellemelerimizi bekleyin... O zor oluyor diyenler indirmek için buraya bakabilirler. Güncellemeler gelecek daha. Aaaaa bu benim geçerli 100. yazım olmuş :D
Tuesday, May 20, 2008
noktasizvirgul.s08e05.there's.no adventure.like.life.hdtv.xvid.avi
Previously on NoktasizvirguL
Önceki bölümlerimizde, uzun saçlı Bilgisayar Mühendisi olmaya çalışan yazarımız, kendini okuluna vermiş, ne amaçla ve neden okulda okuduğunu, derslere neden girdiğini, hayatının amacının ne olduğunu unutmuş bir şekilde yaşamına devam ediyordu. Hayatı sorgulamayı bırakmış bir şekilde devam ederken bi gün staj başvurusu için CV yazması gerektiğinde hayat ona kendini ve geleceğini tekrar hatırlatmıştı. Tam baş karakterimiz NoktasizvirguL CV’sinin “Kariyer Hedefleri” kısmını yazmakta zorlanırken önceki bölüm bitmişti.
S08E05
Karakterimiz yine bir süper kahramana yakışır bir şekilde yağmurlu havada bir binanın üstünden insanlığı izlerken artık saçlarının kesilmesine karar verir ve bu kararında sanırım kararlıdır. Daha önceki “yeter uleyn artık kestiriyorum” çıkışlarından biri değildir bu ve Münir Berber bunun ne kadar mantıklı ve yerinde bir karar olduğunu çok güzel bir şekilde ispatlar.
Her bahar dönemi gibi bu bahar döneminde de başarısız mı olacağım korkusuyla döneme başlayan karakterimiz döneme sıkıca sarılmakta ve cidden öğrencilik kariyerinin en ağır çalışmalarını yapmaktadır, ancak makus talih bir tekerrür edası ile yine onu üzer, ancak yıldıramaz. Sonuç olarak bir süper kahraman filmin sonuna kadar ne kadar başarısızlıklar yaşasa da filmin sonunda zafere ulaşacak olan odur.
Kenan Doğulu, Kargo, Hayko Cepkin, Şebnem Ferah ve Sezen Aksu konserleri ile finaller öncesi moral toplayan baş kahramanımız, karpuzlu votkası ile konserden konsere koşmaktadır. Kenan konserindeki uyanık davranışı, Kargo konserine nasıl gittiğini kendi bile bilmeyişi, Hayko&Şebo konserindeki üstün plan ve program yeteneği, Sezen Aksu konserindeki – hay allah Sezen Aksu konserinde anlatılacak bir şey yok ki bu cümleye nereden girdim ben - o muhteşem atmosferi ile karakterimiz kişisel özelliklerini sergilemiş ve finaller öncesindeki çok değerli o 4-5 günlük boş zaman zarfını eğlenerek geçirmiştir. Acaba kahramanımız bu kadar riske girdikten sonra halen umudunu yitirmeden devam edebilecek mi?
----------------Spoiler------------------
Savaş bir sonraki bölümde devam edecektir, herkes katili uşak zannederken esas katil aşçıdır. Adam aslında ölüymüş. Bunların hepsi rüya filmin sonunda uyanacak. Tabiki iyiler kazanacak. O kadar da güzel aşk olmaz onlar ancak filmlerde olur diyenlerle aynı görüşteyim. Aşağıya bir lik koyduysam o benim CV'imdir.
---------------EndOfSpoiler------------