Wednesday, December 24, 2008

Ankara Sahibine Döndü...

İyice yorgunum. Omuzlarımda, sanki yılların rehavetliği var. Çöküyorum… Girdiği bunalımdan çıkamayan bir varlığım, bunu biliyorum, ama varlık olduğuma inanmıyorum. Çünkü hiçbir varlık pes etmez, hep mücadele eder. Fakat ben bunu başaramadım. Üzgün olacağımı anladığım mutsuz anlarımda, somurtmuş bir bebek yüzü gibi güleceğime, ölen bir ihtiyar gibi, yelkenlerimi kapattım dünyaya…

Hep mutlu etmeye çalıştım kendimi. Çok yolunu denedim. Ama girebileceğim her sokak, sonsuz yoldu benim için. Gerçek bir girdaptı. Bu yüzden çaresiz kaldım hep.

Annem ve babamla mutlu olmayı denedim. Özellikle babamla. Bir babanın en büyük hayali, oğluyla maça gitmektir. Benim hayalim ise babamla maça gitmekti, onunla top oynamaktı. Ama ailemin kokusunu özleyen birisi olarak, Tanrı bana bu mutluluğu çok gördü. Babamla maça gitmek, top oynamak, uçurtma uçurtmak… gibi çocukluk hayalleri bir yana, babamın kokusunu merak ediyorum. Annemin de her gece üstümü örterek bana süt getirmesini. Ama bana süt getiren olmayınca, masama hep bir kadeh içki geldi. İçkiler devrildikçe, kafamı kaldıramayışımın yorgunluğunu damarlarım çekti.

Hayatın renklerine akmaya çalışırken, karşıma çıkan siyah perdeyi atlatamadım ve üzerime dolandı. İçinden geçtiğim halkalar, sesimi duyurmaya çalıştığım mağaralar, kadar genişte sanki. Aksine yaşayamadığım dar bir odaydı bu halkalar.

Bu hayatta, . denemediğim tek şey kalmıştı, ama iyi ki denedim. Çünkü aşk bana göre değildi. Bana göre aşk; iki kişilik. Fakat aşkın kontejyanına kayıt yaptıran bir kız olmadı asla. Zaten, sevilmeyi bilen, sevmeyi de bilir.

Yani; sevmek güzel şeydir, seviyorsa sevilen…

Bıraktım sevmeyi, bıraktım artık yaşamayı. Başkası için yaşıyordum sanki. Tek sahip olduğum şey; kalemlerimdi. Kâğıtlarımı asla saymıyorum, çünkü onların bana bir yardımı yoktu. Çoğu kez, kullanılmış kâğıtlara yazıyordum. Ait olduğum baraka dünyanın, karalanmış sayfalarından kaçmak, bana hiç adil gelmezdi. Kalemimi, her elime aldığımda, mürekkebin rengi satırlar ilerledikçe, kendini tatlı bir ahenge bırakıyordu. Özgürlüğüm salıyordu kollarımı dünyaya… Duygulu cümlelerim yem oluyordu martılara… Ama nedense, o martılar hep göç ediyordu bulunduğu diyarlarından. Hiç biri, teşekkür etmek için pencereme gelmedi. Sanki yüzsüz davetsiz bir misafir gibi hep ben gittim. Sözlerim martıların yuvalarında sabahlıyorlardı… Ama sözlerimden bir kelime bile eksilmedi. Konuk misafir gibi olan sözlerim, cümlelerim, hazinem… sıcak geldi martılara ve sadece onlardan saygı gördü. Başka kimseden saygı görmedi…

Yazdıkça mutlu oldum ben… Hep mutlu olmam gerekirdi ama hep kısa sürüyordu, hüzünlü mutluluklarım…

Çocukları çok severdim. Gençliğim boyunca çocuklarla ilgilenmiştim, kalemime sahip çıkmaktan evlenmeye ne vakit kaldı, ne de evlenmek için doğru düzgün bir kız vardı!

Hayatım boyunca tek hayalim vardı; babamla uçurtma uçurtabilmek… Ama hiç olmadı. Çünkü çocuk yuvasında yetişmiştim. Anneme ve babama neler oldu, bilmiyorum… Kendimi bildim bileli çocuk yuvasındaydım, kimse hayatımla ilgili bir şey bilmiyor gibiydi. Hiç kimse, bana babamı, annemi anlatmamıştı. Ben de sormamıştım. Yıllarca soramamıştım. Anlatmalarından korkuyordum herhalde. Ya anlatsalardı…

Bakıcıların ve öğretmenlerin bizimle ilgilenmeleri beni sıkıyordu. Henüz çocuktum, pek bir şey bilmiyordum ama kendimi sahipsiz hissetmek, kendime hayvan sıfatını yakıştırmama neden oluyordu. Gerçi, hayvanların bile, iyi-kötü sahipleri vardır.

Sanki özgür olmak demek, sahipsiz olmak demek…



Uzun yıllar boyunca, kanserin tesirine esir düşen bedenim, yatalak bir şekilde hayatını sürdürdü. Hayatım, her aybaşı çarşafı yenilenen bir yatakta, tavanı izleyerek geçti. Hayatım boyunca yapmayı sevdiğim en büyük şey; düşünmekti… Beyaz tavana bakarak dünümü ve yarınımı düşünüyordum. Hep de susamaktaydım, som zamanlarda daha da susamaya başladım. Nedeni bilinmez, ağrılarım çoğalmaya başladı. Bakıcımın, birkaç gün önce parasını veremediğim için evi terk etmesiyle, yatak odamın karşısındaki mutfağa gidip su alamıyordum. Bakıcımın, kıyafetimi değiştirmeme yardımcı oluyor ve su getiriyordu. Yeri geliyor, yazdığım kâğıtları yayınevine götürüyordu. Fakat hiç ama hiç, kötülüğü dokunmuyordu. Hiçbir şey söylemeden, gizlice çekip gitmişti.

Son birkaç saattir yorgunluğum kalmamış gibiydi, uykudan yeni uyanmıştım. Daha önceleri uyanınca, basket maçından çıkmış gibi kollarım ve bacaklarım ağrıyordu. Rüya görmekten ve düşünmekten de başım ağrıyordu artık. Fakat şu an hiçbir şeyim yoktu.

Öleceğimi anlıyordum… Yıllardır ilk defa garip bir durumdaydım. Evet, gerçekten ölecek gibiydim. Yutkunmakta zorluk çekiyordum. Daha doğrusu yutkunamıyordum bile… Tükürük bezlerim çalışmıyor gibiydi, hissetmiyordum dudaklarımı. Sanki iç organlarıma felç gelmişti.

Sol kolum ağrıyordu, zor bir şekilde, başucumdaki müzik setinin oynat düğmesine doğru kolumu uzattım ve düğmeye bastım.

Hayalimi düşünüyordum. Fakat hayallerim çoktan yosun tutmuştu… Ve hiçbir sabah, güneşle uyanmayacaktı. Bunu biliyordum… Ama en büyük hayalimi gerçekleştirme ümidim vardı. Bu imkânsızdı, yine de hayatımın enerjisiyle bunu gerçekleştirebileceğimi biliyordum. Fakat nasıl olacağını bilmiyordum!

Müzik setinde çalan klasik müzik ruhumu okşuyordu. Kasetin bitimine yakın, nihayet aklıma düşünceler yerleşmeye başlamıştı… Zar zor düşünüyordum, kendimi bir kuş gibi hafif hissediyordum ve de damağım kupkuruydu, gittikçe çürüyordu sanki.

Hayalimi gerçekleştirmeye karar vermiştim. Babamla uçurtma uçurmak, şu an için düşünülmesi bile gülünç olan bir saçmalıktı. Fakat ilk defa kendim için bir şey yapmak istedim.

Hep yazı yazmıştım, sadece ihtiyaçlarımı karşılıyordum. Uykularımı ve yemek yemeyi bile düşünmüyordum. Bunlar benim için ihtiyaç olmaktan çıkmıştı. Belki de bu yüzden kanser olmuştum. Yazmadığım bir şey kalmamıştı. Kendimi bile yazmıştım. Hatta ilk, kendimi yazmıştım. Daha sonra da kendimde yazacak bir şey bulamayınca sıkılıp vazgeçmiştim.

Şimdi ise en büyük hayalimi yazmak istiyorum. Babamı ve uçurtma uçurttuğum o güzel saati, belki de dakikaları, saniyeleri… Hiç değilse saniyeleri anlatmak, okuması en keyif verici ve heyecanlı bir hikâye olabilirdi. Tat alarak yazacağım yazıya başlamak için, müzik setinin yanından bir tane mavi dolmakalem aldım. Kalemim . doluydu. Fakat kâğıdım yoktu. Yatağın yanında, etrafında, üstünde, altında… hiçbir kağıt yoktu. Sadece yastığımın altında kâğıtlar vardı. Fakat kullanılmışlardı. Çaresiz onlara yazmak zorunda kaldım. Kalkıp yeni bir kâğıt bile alamayacak kadar kötüydüm. Diğer yandan da iyiydim. Çünkü öleceğimi biliyordum. Sanki Azrail, bana durumumu hissettiriyordu.

Kullanılmış bir sarı kâğıda başlıksız ilk cümleyi yazmaya başladım. Kâğıdın sarılığı, zamandan kaynaklanıyordu. Uzun süre ellenmediği için, yastığımın altında sararmıştı. İlk cümle; hayal ettiğim babamın karakterini açıklıyordu. Saçlarının gürlüğü, yüzünün güzelliğini, beni sevdiğini… yazıyordum. Satırlar ilerledikçe babama olan merakım artmaya başladı ve sesli düşündükçe, sesim kısılmaya başladı.Babamla karşılaştığım ve uçurtmayı uçuracağımız parkı yazacağım cümleler, sabırsızlıkla yaklaşırken, boğazıma sert bir ağrı girdi.Ağrı ile birlikte nefes alamamaya başladım.Nefes alamıyordum.Nefes alamadığım için birkaç dakika sonra bayılacağımı ve öleceğimi biliyordum.Her geçen saniyede, yazmak istediğim yazının, yarım kalmaması için dua ediyordum.Ama ellerim yarım kaldı.Önce, kağıtları tutan sol elim, sonra da kalemi tutan sağ elim bacağıma doğru düştü, . hikayem ve hayalim yarım kaldı…



Eray Dedik'e teşekkürler.

Wednesday, December 10, 2008

Kimsiniz?


-Ne kadar "Issız"sın N.v.?

-Geçici Issızım
Issızlık kavramı sizin için o kadar değişken ki, sosyal hayata bakış açınızı tek bir kelimeyle özetlemek yada sizin hakkınızda genel bir yargıya varmak çok zor. Siz hayatı inişli çıkışlı bir ruh haliyle yaşıyorsunuz, tüm tepkileriniz, hayata karşı olan duruşunuz günden güne değişiyor.Bir gün en kalabalık ortamlarda bile bir anda girişken tavırlarınızla sivrilirken, bir başka gün bir tek insana bile tahammül edemeyecek kadar kendi kabuğunuza çekiliyorsunuz. Genelde bu ıssız dönemleriniz daha önceden oluşturduğunuz sosyal çevreniz ve yakın arkadaşlarınız tarafından farkediliyor ve sizi ıssızlığınızdan kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu nedenle ıssız kalmak istediğiniz zamanlarda bile elinizden tutup sizi kalabalığa çekecek birileri oluyor.

-Gerçekten Mutlu Musun N.v.?
-Daha iyi olabilirdi.

Genel olarak olmasını istediğiniz gibi bir hayatınız var ve idare ettiğini düşünüyorsunuz. Ancak ara sıra “daha iyi olabilirdi” demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Belki size daha fazla destek olabilecek arkadaşlara ihtiyacınız var ya da kendinizi daha iyi ifade edebileceğiniz bir işe. Hayatınızda birşeyler eksik ve onu bulduğunuz an gerçek mutluluğu da bulmuş olacaksınız.

-Başkaları senin hakkında ne düşünüyor N.v.?
-Kibirli!

Başkaları sizi dikkatle başedilmesi gereken biri gibi görüyorlar, dışarıdan ben merkezci, kibirli ve baskın karakterli olarak algılanıyorsunuz. Onlar, size özenip sizin gibi olmak isteyebilirler ama asla size güvenmezler ve sizinle ilişkiye girmekten kaçınırlar. Ama özgüveniniz o kadar yüksektir ki başkalarının dediklerine pek kulak asmassınız.

-Peki nasıl bir dostsun N.v.?
-Rahat (?) bir dostum.

Sizin hiç bir zaman illa beni sevsinler, illa benimle vakit geçirmekten keyif alsınlar diye bir derdiniz yoktur. İnsanlara kendinizi sevdirmek için ekstra bir çaba harcamazsınız. Her ortamda kendiniz gibi oluşunuz ve bu rahat tavırlarınız yeni girdiğiniz bir ortamda bile farkedilir ve bu nedenlerle diğer insanlar sizin yanınızda huzur bulurlar. Çünkü onlar da sizin rahatlığınızdan etkilenip aynı şekilde yapmacık tavırlara girmezler. Dolayısıyla herkes sizinle vakit geçirmekten keyif alır her ortamda sizin de olmanızı isterler. Tatil planlarında bile bir çok yerden teklif alıyor ve karar vermekte zorlanıyor oluşunuz bundandır.

-Hangi şehirsin N.v.?
-New York.

Siz tam bir modern dünya insanısınız teknolojinin ve yeniliklerin kalbi olan New York sizin şehriniz . daha önce gitmediyseniz bile New York’a gittiğinizde hiç yabancılık çekmeyeceğinize emin olabilirsiniz. New York da diğer şehirler gibi duyguları olan bir şehir ama diğerleri kadar detaycı değil. New York sizin nereden geldiğinizi umursamaz, sizin dilinizi, geçmişinizi sorgulamaz, eğer o an oradaysanız onun için önemli olan budur. Ne kadar süredir orada olduğunuz önemli değildir. Siz de aynı New York gibi geçmişi kurcalamktan hoşlanmazsınız, mevcut neyse sizin için önemli olan o dur. Eminiz ki sizing de New York gibi her kesimden arkadaşınız vardır. Bir ortama giriğinizde uyum sağlamakta zorlanmazsınız. Tüm bu veriler ışığında kısaca siz “New York”sunuz diyebiliriz.

-Bir önceki hayatında kimdin N.v.?
-Şarap Üreticisi
.
Bir önceki hayatınızda Güney Fransa’da üzüm bağları olan bir şarap üreticisiydiniz. Maddi açıdan varlıklı fakat bulunduğu çevreden hoşlanmayan biriydiniz. Bu nedenle sık sık kendi dünyanıza çekilir ve hayat üzerine bir filozof edasıyla düşünceler geliştirirdiniz. Hatta bu düşüncelerinizi yazıya döküp bir kitap halinde yayınlamayı bile düşündünüz fakat beklenmedik bir aşk macerası sizin hayata bambaşka bir gözle bakmanıza neden oldu ve daha önce yazdığınız ve düşündüğünüz herşey size yavan gelmeye başladı. Bu nedenle bu yazıları hiç bir zaman yayınlamadınız. Büyük aşkınızla hiç bir zaman evlenmediniz ama ömrünüzün sonuna kadar birlikte yaşayarak, hayatınızın tadını doya doya çıkardınız. Ölümünüzden sonra sevgiliniz sizin yazılarınızı evin bir köşesinde buldu ve her akşam sizinle konuşur gibi hissederek o yazıları tekrar tekrar okudu.

-Ve önemli konu... Nasıl bir yalancısın N.v.?
-Berbat bi yalancıyım.

Kusura bakmayın ama söylediğiniz yalanların hiçbirine kimse inanmıyor, hatta o kadar zorlanıyorsunuz ki, insanlar sizin söyledikleriniz karşısında gülmemek için kendilerini zor tutuyor. İyisimi siz yol yakınken dönün ve yalan söylemek için kendinizi zorlamayın. Yalan söyleyememek elbetteki bir kusur değil, hatta sizi bu konuda tebrik etmek gerekir çünkü bu zamanda zor bulunan nadide bir saflığınız var.


*ps: Birbilen'in bildiklerine ve söylediklerine dayanarak altına açıklama yazmıyorum. Anlayın anlyabilirseniz.

Tuesday, December 09, 2008

Ha Seen Ha Been ??

Ben:
hani böyle misafirliğe gidersin
gittiğin evin çok eğlenceli oyuncakları vardır
oynamayı çok istersin isteksiz isteksiz izin verirler
sen aldırmadan ( çocuksun ya ) mutlu mutlu oynarsın
sonra oyuncak kırılır
ne yapacağını bilemessin ya
onu diyorum işte
Sen:
mesela şuan benmkulağımda kulaklık ve son sen bu bahsettmz şarkı çalıyo
Ben:
hangisi
Sen:
ve senle böle konuşuoz
Ben:
people can fly mı ?
Sen:
people can fly
Sen:
ve ben tam şarkının adını yazarken
şarkıdda aynı şeler sölenio
hani bunlar rastlantı diil
oyuncaklar hep olur
kıra kıra nası kırmıcanı öğrenirsin
sonrada oyuncaa ihtiyacın olmaz
Ben:
tam öğrendiğimde oyuncakla oynayacak yaşı geçersem ya
Sen:
öğrenince o yaşı geçmiş oluyosun zaten
Ben:
yani yaşın gereksinimi oyuncağı kırmak diyorsun
Peki ağaçta klüben oldu mu senin hiç ?
Sen:
tabiki de cocukluun ne anlmaı kaldı o zman
oldu
ve o ağacın dalı kırıldı
klubemn olduu dal
o günki yıkıntım
Ben:
ben yapamadım hiç, binalaın arasında büyüdüm hep
ben çadır yapabildim koca binaların balkonlarına
Sen:
o klubemn olduu camından aşaa düşerken ayaklarımdan yakalandıım evin bi albumunu oluşturcam yakında
keşke sennde öle olsaydı derim
çocuklunu bahçesi olan bötrü böcek meyve olan bi evde gecirmek
gercek ten anlatılmaz yaşanır
Ben:
belki de onun için bu kadar güzel açılardan resimler yakalıyabiliyorsun
belki de çocukken bende fazla renk gördüğün için
Sen:
bu fotodaki kim
Ben:
Issız adamı izleyemedin dimi sen de daha
izlediğin zaman aklına gelsin
işte onun hayalinde öyle bir huzur var de :)
Sen:
tamam izlemedim ama aklımda olcak
peki bişe sorcam
Sen:
hani konuştukya
balkonda çadır klube falan
benm cocuklumun geçtiği iki katlı bahçeli bi ev var
su an hala babanem oturuyo onda
ve ben o evde fotolar cektim
klubemn olduu yeri
top oynadıım yeri
topumun kaçtığı duvarı arkasındaki korkunç teyzeyi
bunları görünce sövermisin bana
Ben:
Yok sövmem
güzel bir galeri yap sen
ben bakarım sevinerek
Sen:
senn için yarın tekrar gidip çekim yapcam
Ben:
Söz mü lan
Sen:
Valla bak.


İnsanın böyle muhabbet edeceği şahıs zamirleri varken neden blog yazsın ki???

Monday, December 08, 2008

08 Aralık 2008, Pazartesi

Hey evlat,

Ah bir öğrenebilseydin diye ne çok cümleye başladım bu aralar biliyor musun? Ne çok dertleştim etrafımdakilerle ne oluyor bu çocuğa, ne yapıyoruz biz böyle de bu çocuğun içinde karmaşık reaksiyonlara yol açıyor diye. Daha küçüksün, ergenliği dahi bitirmemişsin, reşit olmamışsın henüz, haklısın, hırçınsın, sinirlisin ve inatçısın. Hadi ama sakinleş biraz, kapat gözlerini, uzat bakayım ayaklarını şu taburenin üstüne. Ellerine ilk kim değmişti hatırlar mısın, ilk nasıl hissetmiştin ellerine değildiğinde? Ya yanaklarına ilk hangi yabancı el dokunmuştu? Ergenliğe girdiğinde aynanın karşısında dudaklarına değecek ilk yabancı dudağı hayal ettiğini kendinden nasıl saklayacaksın?

"Bir sandalye çek ve otur, mumlar var, mumları yak, anlatacaklarım uzun, uzundur yollar. Ve her ne yöne gidersen git beter gibi sonsuz ama yoksun nedenin yoksa!"

Hani sen de yaptın, hayaller kurdun kafanda, onları yönlendirdin, onlara hayat verdin, onlar karar verdi senin hayat gidişatına, sen karar verdin onların hayat sürelerine. Sonra neye vardın, ne bekliyordun? Ne vardı hayalinin bilinç altındaki o yaratıcı yaratma cesaretinin temelinde? Bir gün sabah uyanacaktın ve tüm yanlışların bir hayal ürününün sorumluluğunda kalacaktı, sen ise mükemmel başka bir hayal ürünüyle kahraman mı olacaktın. Haydi biraz dolaş da gel.

"Yanmalısın sönmelisin ruhları incitmeli. İnanırken yalanlara delirmiş olmalısın! Bakmalısın görmelisin acıya yerlenmelisin. Varmak için 'hep'lere önce 'hiç'i göze almalısın."

Söylemiştim sana, aşk benim kurtuluum, soluğum, özgürlüğümdür, diye. Bu sıradan, bu bayağı hayattan, bu günlük, bu insanı haysiyetsiz bırakan korku ve kaygılardan, hesaplardan, kendimi korumak için girdiğim rollerden, baskılardan, aşkımla çıkabildim ancak; aşk benim için ya hep ya hiçtir, diye. Çünkü ben sizler gibi olamadım bir türlü.

"Ağlarla kaplı hiç bilemezsin! Her yanım her sözüm her savaşım her yönüm, Öyle zor öyle zor geliyor ki her yeni gün... "


Sen beni anlatıyorum mu sandın? Dinliyordum oysa seni, benim sana seni anlatışımdaki çarpık betimlemelerin aracılığıyla kendimi. Daha derinden anlatmış oluyordum kendime kendimi. Kendimi saklamaya çalışmadım oysa ama hiçbir zaman yanlız derinlere inememiştim. Tavsiyeleri kendime, kendi kendime veremiyorum ne yazık ki... Senin gibi söz dinleyen ve henüz kimseye ayak uydurmamış kendisi olarak kalan, kendisine bahşedilmiş o güzel düşünebilme kalibiyetini sonuna kadar kullanan ufaklık değilim artık, sadece balyozla vurulduğunda anlıyorum.
"Dayanamaz kalbim içinden çıkardım. Utanmadan dünyaya tepeden bakardım! Kimse beni bilmez, bilmez beni bilmez, bilmez beni kimse ben hep saklandım"


Ama çözümü halen yanlız buluyorum, evet banyoda suyu açıp altında düşünüyorum halen. Halen olgunca duş alamıyorum, oynuyorum. Halen ders çalışırken veya birisini dinlerken kenarda duran kağıt parçasıyla yarım saatimi harcıyorum. Belki de bu bana bu hayat bakış açısını getirdi. Gerçi artık senin kadar eleştirel ve senin kadar sert bakış açım yok. Gerçi bilmeni isterim ki eğer halen o kadar sert ve eleştirel olsaydım toplumda bu kadar tutunamazdım, çünkü senin hayalindeki adam olurdum o zaman, kimseyi alçak görmezdim, herkesi bir birey olarak kabul ederdim. 


"Bırak bu rock'n roll'u! Geceleri ve kızları! Al henüz güzel olanları, Bırakıp yalanları! Bırak bu rock n roll'u! Geceleri ve kızları! Hırslandırıp kandırıp, Bırakıp kalanları kalanlarla!"


Ama ya dünya benim etrafımda dönüyorsa...



*not: 09.12.2008'de Ergenlikten çıktığını düşünen NoktasizvirguL'ün son ergen hali ile konuşmasıdır. Kimseye bir sesleniş yoktur.