Wednesday, August 27, 2008

Oyunun Kuralları



/* Anlamadığınız tabirler için yazının en altına bakınız, baktığınızda yazının uzun olduğunu farkediniz ve eğer okumayacaksanız şimdiden kapatınız. Sonunu okumadna güzel olmaz. Direk sonuna da bakmayın siz yine de. Zaten siteme giren okuyucuların %97 sitede 5 sn ve altı duruyorlarmış. Tebrikler yani. */

Gelsin bırak zorluklar, duvarlar çekme önüne, kesme engellerin yolunu. Bırak çarpsınlar yüzüne... Kim eğitecek seni söylesene başka türlü? Nasıl öğrenecesin hayatın ne demek olduğunu ve bu oyunun kurallarını? Kusura bakma şimdi, hiç beni yargılamaya da kalkma, evet hayat bir oyun bence. Tek kullanımlık olması, sadece bir jetonunuzun olması (veya bizim öyle olduğunu zannetmemiz) ve oyunda sadece bir canınızın olması bunun bir oyun olmadığını göstermez. Biliyorum bunu reddetmenin sebebi "autosave" olmayan bir oyunda save yapamadan öldüğünüz ve en başından başlamak zorunda kaldığınız oyunların aklına gelmesi. Korkma, hiç korkma. Hani şu oyunlarda yaşadığın üzüntü var ya bu oyunda sadece 10 saniye sürebiliyor. Çünkü ölmenin kesinleşmesi anından sonra 10 saniye boyunca beynin halen çalışıyor. 10 saniyeyi de pişman olarak geçirmeyi planlamıyorum ben şahsen, seni bilmem...

Üzülme şimdi elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi. Ben de bunu kabullenirken çok zorlanmıştım, reddetmiştim. Rüyama giriyordu ölüm anlarım, ama rüyalarımda iyi bir savaşçıyımdır bilirsin, seni çok kurtarmışlığım vardır. Hiç rüyamda ölmedim ben bilir misin? Ama başrolü paylaştığımız bir rüyada sen ölüyordun, bense hiç bir şey yapamıyordum. Kızma şimdi bana hayat oyununda böyle birşey olmaz, olamaz. Anlatamayacağım şimdi o rüyayı...



Rüyamda bile ölmeyi tecrübe edemediğim için kendime oyunlar uydurmuştum, sana anlatmaya vaktim olmadı. Durduk yerde olmadık mekanlarda birden iki elimle gözlerimi kapatırdım ve hadi öldün 10 saniyen var derdim. Antrenmanlıyımdır bilirsin, çalışırım çabalarım bazı hedefler uğruna. O oyunlarda bile 10 saniyede hiç bir şey yapamadım hiç bir şey söyleyemedim biliyor musun? Kendi oyununda kaybetmeyi bilir misin? Hani çocukken parasını verip aldığın, uyduruk yerlerde oynadığın için bir şekilde patlayan ama karizması olan mikasa topunla oynanan "9 Aylık" oyununda "Anne" olup çıktın mı sen hiç?

Anne olup çıkmak derken ben çocukken bizim mahallede oyunun sonuncusu anne olurdu, anlayacağın anne olmak kötüydü bizim mahallede. Anne olmak istemez tabiki erkekler, tabiki kötü birşey diyeceksin ama anneye olan saygıyı baltalamıyor mu sence de? Amaan diyeceksin Kurtlar Vadisi varken başka etkenleri tartışmaya ne lüzum.

- Nerde kalmıştık?
- Karı üzerini çıkardı sen dur dedin kaptan...
- Haaa. [Gülme Efekti]




Oyunun kurallarından bahsediyordum, tabi yaa, oyun ve kuralları. Oyunun kurallarını veren bir "manuel" olsa da okusak diyorum. Hatta okumayanlara da bağırsam "RTFM" diye... Dediğim gibi zorluklar suratına çarpmassa öğrenemezsin, kimse eline vermez kuralları. Yelkenlileri düşün mesela, nasıl ilerlediklerini düşün.. Rüzgarı arkalarına alıyorlar ve bu yöntemle gidiyorlar zannediyorsun değil mi? Ben de bir gemici ile şarap içmeden önce böyle düşünüyordum. Yelkenlerin içinde bir tasarım harikası olduğunu öğrendim. "Tackling" yapıyorlar, mesela bunu Allen Iverson da yapıyor, Patrick Vierra da. Rüzgardan faydalanmayı bileceksin arkadaşım, sana tokat yiyince diğer yanağını dön diyen oldu mu? Onlara enayi derler, bak sen gel beni dinle, iyiler bu dünyada doğal seleksiyona uğramakta ve soyları tükenecek. Onlardan birisi olmayı mı istersin, ilerde bir "O" vardı bir de koalalar, koalaların üşengeçlikten soyları tükendi, onun da iyilikten diyecekler. 

Şimdi soracaksın bana, hadi sor izin veriyorum. Diyeceksin ki çok ahkam kesiyorsun arkadaş, yaşın kaç başın kaç, sen nerden biliyorsun hayatın kurallarını, tüm hayatın boyunca zorluklarla yaşasan yine yetmez ki oyunun kurallarını çözmeye. Tahmin et ne cevap vereceğim... Biliyordum cevabımı tahmin edebileceğini. Tabiki "Bir gün oyunun kurallarını çözersem intahar edeceğim" diyeceğim. Ben galibi belli bir oyuna mağlup tarafta başlamam adamım...

autosave:Oyunun otomatik kaydedilmesi ve öldükten sonra öldüğünüz yerde başlamanız.
9 Aylık:1 kaleci ve birkaç oyuncu ile oynanır belli sayıdaki golu yiyen kaleci oyundan çıkar. Topu auta atan kaleye geçer.
Diyalog: Erkan Can'ın gemide filmi.
RTFM: Read The Fucking Manual
Tackling in Sailing: "Tacking" yöntemi yelkenliye dik açıyla gelen rüzgara karşı yol almasını sağlar. Yelkenli belli bir süre gitmesini istediği yönde hareket eder, örneğin sağ tarafa. Sonra kaptan yelkenleri açar ve zik-zak şeklinde uygun zamanda ters yöne(sola) döner. Bu şekilde yelkenli karşıdan gelen rüzgara doğru ilerleyebilir.

Sunday, August 24, 2008

The Reverse Engineer

 Hey sen, evet evet oradaki. İnsanlar hayatım boyunca benim yazdıklarımı okuduklarını idaa ettiler. Bense hiçbir zaman inanmadım. Nerden anlıyorsun diyeceksin. Ve ben de sana ne ulan diyeceğim. Hayat ne kadar bastırırsa bastırsın, insanların inandıkları birşeyler vardır. Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi... Ama bu biraz farklı. Nasıl diyeyim ben sana sapkanın içinden tavşan çıkarıyorum senin için diyorum, sense önceden koydun oraya dimi yazık o hayvana diyorsun. Bakış açılarımız farklı bir defa sevgilim. Sen tavşanın orda olduğuna ve iyi olduğuna inanmak istiyorsun, bense birgün sana ciden şapkaya önceden tavşan koymadığımı açıklayabilmek. İşler biraz karıştı bu günlerde... Bana hayatım deme, ben senin nasıl hayatın oalbilirim ki? Ne yani ben yanında yokken kendini hibernate mi ediyorsun? 

 Hayata tersten yaklaşmayı öğrendim bu günlerde, nasıl diyeyim "Engineer" dediğimiz mühendisler birşeyleri birleştirip insanların işine yarıyacak başka birşeyler oluşturuyorlar ya, işte ben biraz tersten yaklaşıyorum yaklaşık 1 aydır. Yani "Engineer"ler (ki bana ilk okulda araba tamircisi diye öğretilmişti) birşeyleri oluşturuyor ve bana veriyorlar, ben sadece sonuca bakarak malzemelerini anlamaya çalışıyorum. Hatırlarsın, hani seninle bir gün biryerlerde yemek yemiştik, sen "ben bu yemeğin aynısını yaparım, çok kolay!" demiştin. Ben de "Hadi ordan seni salak, hemen de anladın ya içinde ne olduğunu..." demiştim içimden ve gülümsemiştim. İşte aslında sen onu yapabiliyormuşsun, ben de ".Exe"si verilen kodun "Source Koduna" iniyorum. Anlayacağın sevgilim bunlar derin konular, bak sen pek okumaz, bilmez, görmez, anlamazsın benim gözümde. O yüzden sen ne dersen be ben senin dediğini kabul etmeyeceğim, bana kabul etmek ters, sevgilim!

 Sevgilim ???
 Bak yine anlamadan dinlemeden gitmiş yine, anlamaz ki dinlese de....

______

Anne ben reverse engineer oldum =))



Saturday, August 23, 2008

Sevgili Karar,

Bu mektubu yazmadan önce epey kararsızlık yaşadım. Yazacak bir şeyim yoktu belki ama en çok senin yokluğundu beni etkileyen. Sonunda, yani seninle yüz yüze konuşamayacağımı anladığımda, sana mektup yoluyla ulaşmaya karar verdim.

İnsanın sosyal bir varlık olması ne kadar garip değil mi? “İnsan sosyal bir varlıktır” cümlesine soru sormayı veya ona neden nasıl –mıdır gibisinden sataşmayı çok istemiştim çocukken. O zaman bizim için yasalar olmamasına rağmen öğretmenler vardı ve neyin sorulup neyin sorulmayacağına onlar karar veriyordu. SOSyallikle ilk kez ilkokul sırsında arkadaşım Bora ile “SOS” oynarken tanıştım. Sos dediğin nedir ki XOX’in değişik bir Türk versiyonu bana göre. “Etrafına bakma yavrum önünle ilgilen!” Belki o yıllarda hayat daha basitti, henüz tarih çağlarına geçmemiştik belki ama yavaş yavaş yazıyı keşvediyorduk. Daha Lidyalılar parayı bulmamışlardı, eğer bulmuşsalar bile bize vermiyorlardı. Dediğim gibi hayat basitti; ufak lastiklerin veya kartondan kesme direksiyonların trafiği can almıyor, küçük yaşta “oyuncak” olarak elimize verilen silahların insanları öldürebildiğinin, yani gerçekten öldürebildiğinin, farkına varamıyorduk. Kararları da biz değil, yaşça büyük olanlarımız veriyordu, basitti.

Uzun yıllar sonra yaşı dolayısiyle değil mevkisi sayesinde karar veren ve verdiren kimse bana “Karar verdiğini iddaa ederek kim olduğunu zannediyorsun?” diyecekti. Bu bir ödev olabilirdi ama benim dünyamda, mekan değişmişti. Köprü altında kendini tanımayan bir amca, sıkınyısını giderebilmek ve bilare kendisine içki aldırabiecek birini bulma edasıyla bana hayatı sorgulatacaktı. Ki başardı; dersten geçtim hayatta bütünlemeye kaldım.

Sosyal ortam olmadan karar veremeyen, karar vermeyi bırakın, bırakın karar vermeyi, düşünemeyen insanlarla tanışacaktım bütünleme sınavında. Ki o sınavdan geçmek hiç birinin aklında bile yoktu, çünkü akılları meşguldu; karar veriyorlardı. Oysa çalışkan öğrenciler yine gecelerini adıyordu birşey olabilmek için, derse hazırlıklı gidiyorlar, ne bileyim çeki düzen veriyorlardı belki de, bana sormayın onlardan olamadım.

Bizim gecelerimiz güzeldi, değişikti, garip bir kokusu vardı, ki sanırsam bunun sebebi insanların kendi pisliklerini gecenin aydınlığına katmak için yakmalarıydı. Uykututmaz gecelerde uykulu gözlere acırdı yaşanmaz anlatılır efkarımız ve ağlamazdık hiç bir zaman gerçekten gözlerimizle... Bir karar arıyordu herkes, her defasında verilen tek karar kararın alınması gerektiğiydi. Bazıları saatlerce güzel hayallerin peşinde, Alice’in tavşanın peşinde koştuğu gibi koşar, ardından Budda'nın altında ilhama kavuştuğu söylenen Bodhi Ağacı’nın altındaymışcasına her hayalın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu farkedip tekrar başladığı yere dönüyor; kimisi kör avcının pirincin taşını ayıkladığı gibi arkadaşlarını ayıklamaya çalışıyordu. Sakın yanlış anlamayın, insan hayallerle yaşar derler ikisi de sadece ihtiyacını alıp posasını atıyordu. Sadece ikincisinin arkadaş ayıklaması, yani bir karar vermesi hastalıklı bir sindirim sistemi gibi oluyordu, ihtiyacını alamıyordu posasını da atamıyordu. Ama ikisinin de geceleri verdiği sözler o zamanlar kendisi gibi yamandı; yaptığı işlerse, bugünkü kendisi gibi, bir hiç!

Çocukken televizyonda gördüğüm, ve aman tanrım bu adam rüyalarımdaki bilgeler gibi konuşuyor dediğim birinden sana ileteceklerim var ayrıca:

"Ama düşünce yaşamın kölesidir, yaşamsa zamanın soytarısı;
Tüm dünyanın dökümünü çıkaran zamana gelince,
Onun da bir durağı olmak zorunda.
Aynan gösterecek sana, nasıl yıpranıp gittiğini güzelliklerinin,
Saatin, değerli dakikaların nasıl yokolup gittiğini anlatacak,
Düşüncelerinin izini taşıyacak önündeki boş yapraklar.
En tatlı şeyi bile en acıya döndürüverir vardığı son,
Zambak çürümeye görsün, en çirkin ottan kötü kokar."*

Kararını bekliyorum,
Sevgili dostun,

Noktasızvirgul...

*Güneş Çarkında Gölgeler - Shakespeare'den Alıntılar / Bülent R. Bozkurt.

Eskiden beri beni takip edip bu yazıyı okuyanlar için çorbaya su katıp tekrar içirmek gibi olabilir (bu konuda adam gibi bir deyim vardı ya neyse...) ama bu yazı şu günler için tekrardan incelenmeli diye düşündüm...