Thursday, August 31, 2006

Baktığımda Gördüm Yeni Tanıştığımızı... Yavaşça ve adımlarıma dikkat ederek girdim tuvalete. Aslında herhangi bir ihtiyacım olmadığı halde, kendime çeki düzen vermek için gelmiştim. Aynaya baktığımda her zamanki manzara vardı karşımda, düşünmekle pek işi olmayan sadece gününü yaşayan bir insana benzetiyordum kendimi ne zaman aynaya baksam. Ellerimi yıkamak için lavaboya yaklaştım ve suyu açtım, elimi sabuna doğru uzatırken suyu önce açmamın ne kadar müsriflik olduğunu fark ettim. Bazen saçma hareketi yapmayı bitirmeden önce onun saçma olduğunu fark ediyordum ama hiçbir zaman geri dönmüyor hareketimi tamamlıyordum. Modern otellerin modernleşme göstergesi gibi kullandıkları sıvı sabun zımbırtısının düğmesine bastım. Sabun çıkmamıştı, içimden ‘Buyurun size modernlik’ diye geçirdim. Bulunduğum yerden işlerimi bitirmeyi sevdiğim için ayaklarımın pozisyonunu bozmadan yan lavabonun sabunluğuna uzandım ve oradan aldım bir iki damla. Bu garip vücut pozisyonundayken meşgul ettiği lavabo için sırada bekleyen adamın yüz ifadesini gördüm aniden. Boyacı Hilmi Ağabey’in çocuğu’nun gol attıktan sonraki yüz ifadesine benziyordu. Ellerimi yıkarken adamın boş boş beklediği halde neden o kadar mutlu göründüğüne anlam vermeye çalıştım, ancak olmadı. Dışarıdaki gürültülü fırtına, yavaş yavaş sakinleşiyordu. Koskoca 5 yıldızlı otelin koridorunda yürürken kalebodurların çizgilerine basmamaya çalışıyordum. Yürüyüş şeklimden vazgeçmeden içimden ’25 yaşına geldin halen çocuksu davranışların var’ diye geçirdim. Masaya baktığımda, aynadaki görüntüme yakışmayacak kadar güzel bir insan oturuyordu karşımda. Sandalyeyi geriye doğru çekerken gıcırtı çıkarmamaya özen gösterdim. Aslında sürterek çekildiğinde çıkan sesi severdim ama toplumun kazandırdığı tecrübeler bu hareketin yakışık almayacağını öğretmişti bana. Yavaşça sandalyeye oturdum, karşımdaki güzelliğin gözlerine bakıyor ve gülümsüyordum. Zaten böyle birine baktığınızda içinizde ılık bir duygu oluştuğu için gülümsemeden edemezsiniz. Sandalyeyi çekerken ses çıkarmama gayretimi tekrarlıyorum. İşte sevdiğimiz yağmur, masanın yanındaki pencerenin camlarına kırbaç gibi vuruyor. Hafifçe geriye yaslanıyorum. Boynunun sol yanına bakıyorum, ne kadar da güzel. Nasıl kırılgan ve anne sevecenliği taşıyan bir boynun var. Gözlerimle öpüyorum boynunun sol yanını... Yüzün hep böyle miydi? Dudakların çocukça neşeli görünüyor. Oysa bana hep kederli gelirdi gözlerin ve dudakların... Belki de söylediklerindendir. - Artık kalksak iyi olacak sanırım. - Sen nasıl istersen. Hiçbir zaman birbirimize sevgi sözcükleri ile yaklaşmamıştık, ama her zaman aramızda çok yoğun bir sevgi olduğunu hissetmiştim. Önceki cümleni düşünmeye başlıyorum garsondan hesabı isterken. Garson çocuk masayı toplarken çatalı senin kucağına düşürüyor. Yüzünde ne bir sinirlenme, ne de garsona bir sitem var. Doğal bir şekilde karşılıyorsun. Apayrı bir şekilde yüzüne işlenmiş mutluluk senin bir parçandı sanki artık. Bundan önce görmüyor muydu gözlerim, tanımıyor muydum seni anlayamıyorum. Ya sen değiştin bu gün, yada ben görmek ile bakmanın farkına vardım. Şu sevilmeyen Tofaş modellerinden bir taksi önündeki fiyakalı arabanın tamponuna çarpıyor. Sen hep kendinden bu kadar emin miydin? Bu kadar tereddütsüz bu kadar şüphesiz bu kadar güzel mi bakardı hep gözlerin. Yoldan gözümü ayırdığım her saniye gözlerine ulaşabilmek için yarışıyorum kendimle. Ben gözlerimi yola dikkatle veriyorum, sen halen bana bakıyorsun. ‘Biliyorum’ diyorum kendime içimden, ‘burnum çok çirkin, özellikle profilden bakıldığında’. Sana cevap veriyormuş edasıyla devam ediyorum ‘yüz hatlarım da o kadar şekilli değildir aslında’. Fiyakalı arabanın içindeki havalı görünümlü adam küfrediyor, taksici bozuluyor. Elbiselerimizi değiştirmeden salona geçiyoruz. Yan yana oturuyoruz. Kendimi ilk kez sevgilisiyle baş başa kalmış ergenler gibi hissediyorum. Gözlerin önce yüzümü, sonra ellerimi okşuyor. ‘Ellerimin hep güzel olduğu söylenir’ diyorum içimden sana, ‘ama ben hiç beğenmem’. Utanıyorum, hafifçe uzaklaştırıyorum ellerimi. Kapıdan çok sevdiğimiz kedimiz geliyor miyavlayarak. Gözlerine bakıyorum tekrardan uzun uzun, gözbebeklerin titriyor. Bir şeyler söylemeye çalışıyorum daha ne söyleyeceğimi düşünmeden. Parmağınla susturuyorsun. “Şşşt” diyorsun. “Bakmaktan vazgeçme ne olursun, konuşma! Bak, birbirimizi yeni tanıyor gibiyiz.” Kedi ortamıza çıkıyor, ikimiz birlikte okşuyoruz. Üşümüş.

1 yorum:

yolgezer said...

cıdden cook begendım bu yazıyı comment yazmadan da gecemedım.ne zamandır senden bekledıgım kadar guzel bır yazı. ıyıkı tatıle gıttın bak yaramıs en sevdıgım yazıların lıstesıne yakın tarıhlı bır yazını daa eklemıs oldum. kısacası elıne saglık...