Sana onlarca mektup yazdım ama yollayamadım. Bunu da yazıyorum ancak yolayıp yollamayacağımı bilmiyorum. Belki koyarım arşive ve diğer mektuplarla birlikte, “Gönderilmemiş Mektuplar” olarak yayınlarım. Ama konuşmamız tartışmamız gereken o kadar çok konu var ki, keşke diyorum, keşke yüz yüze gelsek bir gün ve vursam gözünün üzerine bir tane. Tüm benden uzakken yaptıklarım için. Geçi bilirim mor rengi seversin ama, yine bilirsin morartacak kadar sert vuramam sana.
Birisini hatırlıyorum senin yanında, mor saçlı, mavi gözlü, uzun boylu, hayalindeki çulsuz prenses değil, ancak bir önceki niteliklerin hepsinin başına güzel getirilerek sıfatlanabilecek birisi yine de. 6 yaşındaydı o hatırlarsın, kendisi anlatmıştı bize 6 yaşındaki anısını. Babasıyla birlikte tren yolculuğu için gara gidiyorlarmış. Babası banliyo treniyle( ö mü o mu hatırlayamadım şimdi kusura bakma) yolculuk edeceklerini söylediğinde, bizim muzip şirinliğini gizleyemeden
“Baba, trende banyo mu alacağız?”
diyivermiş. Trenin camından baktın mı hiç sen? Bakmışsındır ama gördün mü hiç tren camının dışında yaşananları. İnsanda değil mi tek dikkatin. Sadece yanında oturan sağır dilsiz aynı zamanda özürsüz bir yol arkadaşı, kucağında oturduğun annen, üşüyen, hatta artık hissetmediğin ayak parmakların, uyumaya çalışmaktan yorulmuş boynun, ve içindeki “neden benim kendime özel bir koltuğum yok ki?” düşünceleriydi senin ilgilendiklerin. Camdan dışarıda ışıklar yok artık, camdan dışarıda fakirlik yok, imrenerek treni selamlayan gözler yok artık. Bundan sonra baksan da göremeyeceksin için sevinçle dolamayacak. Geç kaldın anlaşılan kendi sevinçlerinin trenine. Koşsan arkadan yetişir misin? Sanmam!
Her seni uyandırmak için geldiğimde ayağınn bir tanesi mutlaka yorgandan dışarı çıkmıştır. Onu her gördüğümde gülümserim. Annen gece elinde su ile gelip seni sıkıladığında yüzünde oluşan mutluluk sırıtışını senin görmeni nasıl isterim bir bilsen. Bunları benden başka gören birileri daha varmış diye duyumlar aldım. Uzun zamandan sonra bir mektubun geldi ama o mektupdan da pek birşey anlayamadım. Sen yine de yaz güzelim, bakarsın bir gün tüm mektuplarımı, yollamadıklarımı, hepsini birlikte yollarım sana. Neyse bu mektup konusu nasıl olsa halledilir. Sen bana benden başka güzel tatli hallerini gören kişiyi söyle. Anlatıyor…
Yeni uyandığında sıcacıktır. Suratı hiç karizmatik değildir. şişmiş gözleri ile bir japona duyulan şefkati hissettirir. Bir başkasında gördüğünde gözünü kaçırdığın çapaklara işaret parmaklarınla yumuşacık dokunup almak istersin. Mırmır mırıldar. Hele gözlerini açıp da seni görünce gülümserse, bir an nefesin durmuş gibi hissedersin. Yorgandan dışarı sızmış bir ayağı, içimdeki tüm kötü duyguların panzehiridir. En zayıf noktamdır o, uyurken herkes masumdur tezinin kanıtıdır o yamuk duran, yorganlardan fırlayan yaramaz, bilinçsiz ayak. Uyku sonrası ilk saçmalama cümlelerinden tanırım ben onu. Çünkü saçlarını düzeltecek, kendine çeki düzen verecek, yüzünün anlamını istediği gibi resmetmesine yarayacak zamanı yoktur onun. Kalkar kalkmaz;- benim prensiplerim vardır bebek- diyemez o, algıları hala bilinçaltı ile gerçek yaşam arasında gidip gelmektedir. en fazla;-mm picamanı mmmmrm ters mi giymişsin mmmrrr , saçın yan dönmüş çok şirin mmmrrrmm- çıkar ağzından. Ben astığım astık erkeğim tripleri, hiç olur, bir avuç içiyle göz ovma hareketiyle.
Saçlarını seyretmeye basladığından beri ne kadar zaman geçtiğini farkedersin, goz kapakları kuşlar gibi kanatlanır, arkalarından, bi sure sonra sana bakıp takılacagına emin oldugun elmaslar ışıldar, dakikardır seyrettiğin bu guzellik seni farkedince, uyanınca, gülümseyecek kadar geç kaldıysan, birlikte gülümsersiniz çünkü o zaman kaybetmez, sonra gozlerini kapatır ve uyanması gerektiğini düşündüğü kisinin yanında uyanmıssa gercek gülümsemeyle karşı karşıya kalırsın, içinde sevildiğini farketmenin huzuru vardır kendini tutamaz taşmak ister, ardından dudaklarınla diğer sahibine geri doner.
İnsan aslında çığlık çığlığa bağırmaktadır, benim şevkate de ihtiyacım var, diye. Onun yeni uyanmış haliyle hergün yeni duygular uyanır içinde. kedi yutmuş gibi cırmalanır kalbin. Kendini yorgandan sızan ayaklara gülümserken bulursan birgün, kedi tırnaklarıyla aşk yazmış demektir kalbine.
Yok yok, üzülmedim aslında. Mutlu olduğunu bilmek, hatta seni bu kadar seven insanları yanında bulabildiği hissetmek beni mesut etti. Biz nasıl olsa hiç bir zaman bu derece birlikte olamayacaktık. Hiç bir zaman kavuşamayacak iki dostun dramı vadı belki de yanımızda birlikte olduğumuz zamanlar. Yine dostunum ben senin, yine kardeşin. Sana kırıldığım tek bir nokta var, bana bunları neden kendin anlatmadın? Neden başkalarından öğrendim? Çekindim deme bana, korktum deme. Kaybetmekten korkan zaten kaybetmemişmidir. Bu senin sözün değil midir?
Ama sen kaybetmişsin yine! Bu kez bile bile. Kendi ellerinle teslim olmuşsun polis amcalara, kaza süsü verilmiş eski sevgili davranışlarında. Kaybetmek, yeniden başlamaktır demiştin bir mektubunda, kaybetmek yeniden başlamaktır. Daha kaç farklı kılığa girebileceksin, kişiliğinin bir esneme katsayısı, bir formülü yok mu fizik çatısı altında kırılmanı kesin kılacak. Tekrardan mı değişeceksin, yeni kimlik, eski dostluklar, eski anılar. Her zaman başardın değil mi bu değişim sürecini, hiç teklemedi. Hep istediğin NoktasizvirguL’e doğru adım adım ilerledin, ama hiç kimse senin değiştiğinin farkında olmadı değil mi?
Sanırım bu mektup gönderilmeyecek. Yine de zarflıyorum biliyor musun mektuplarımı. Herbirinin üstüne adresini yazıyorum. Güzelce kapatıyorum ağzını, pullarını yapıştırıyorum ve klasördeki dosyanın içine koyuyorum. Neden göndermiyorum değil mi? Bu soruyu kendime 6 senedir soruyorum. Mektuplar sürekli geliyor, adresin ne kadar değişse de değişir değişmez mektubun geliyor, öğreniyorum adresini ama yazdığım hiç bir mektubu gönderemiyorum.
Yazarak belli etmesem de, Önünde kedi olmayan kasap eti gibi, Parmaklarını gözlüyor gözlerim.
Dostun, Tuana Melike.
2 yorum:
Len sıpalar acaip acaip işlerle uğraşmayın ayrılın bakiim:D
Lan nerden buldun, nerden yazdın ne alaka yahu :9
Post a Comment