Tuesday, September 01, 2009

21. Sonbahar

Geçen gün işten çıktım, radyoyu açtım. Bululara takıldı gözüm, beyaz bulutlara, Bulut Beyaz'lara takıldı. Hayallerimi sanki bulutlara vestiyere asar gibi asmışşım, yağmur bekliyorlar gerçekleşmek için. Sonra uzun süredir önüme bakmadığımı ve küçük yokuş aşağı bir yolda hız yapmaya başladığımı farkettim. Bilkent Center'ın arka yolundan önüme biri atladı, var gücümle frene bastım ancak ya frenlerde bir sorun vardı, ya da ben yanlış pedala basıyordum. Appa gittikçe hızlandı, daha sonra yükseldiğimizi fark ettim. Bi önceki gece de başıma gelmişti bu olay, valizlerimi bıraktığımdan beri sık sık başıma gelecek sanırım. Yukarıdan dünya çok daha anlamsız bilmem tahmin edebiliyor musunuz?

Konur'da boş bankta bir teyze gördüm konuşup dertleşmeye karar verdim. Teyzemin yanına oturdum. Muhabbet ediyorum, ben anlatıyorum o dinliyor, ben soruyorum Şemsettin yanıtlıyor. Teyzem soruyor ikimiz birden şaşırıp kalıyoruz. O güzel elini ayağını kırdıkları heykel olan teyzem konuşuyor, ve Şemsettin ile benden başka kimse şaşırmıyor. Son derece doğalmış gibi geçiyorlar önümüzden. Bazıları onunla hayatımı ve sırlarımı paylaştığım için bana şaşırıyor. Sanki teyze güvenilmez bir insanmış da her sırrımı başkasına anlatacakmış gibi.

Uzun uzun konuştuk teyzeyle, ilk defa "doğru yapmışsın", "akıllıca davranmışsın", "bak büyüyorsun işte" gibi kalıplar kullanmaya başladı. "Ama ben büyümek istemiyorum ki" dedim şemsettine doğru kafamı uzatıp. Ama şemsettin gitmişti ve teyze'nin öbür yanında bir bayan oturuyordu. Sanki sırasını bekliyordu teyze ile konuşmak için. Tıkandım birden, konuşamadım teyzeyle daha fazla kız duyacak dalga geçecek diye. Sonra teyze kıza döndü ve peki kızım sen anlat bu senden utandı dedi. Aynı dertten muzdaripmişşiz, kuşlar uçuyor, ağaçlar sallanıyormuş onun için de.

Teyze çıkıştı birden, "Size ne oldu yahu, ne zamandan beri aynı derde sahip insanlar birbiriyle dertleşmeyip gelip heykellerle konuşmaya başladılar" dedi. Şok olmuştum, bir heyken onunla konuştuğum için beni eleştiriyordu. Daha sonra genç bayana baktım, "Evet" dedim. "Benim için de kuşlar uçuyor ve ağaçlar sallanıyor." O sadece çözümü yok der gibi baktı. Üşümüş olmalısın istersen üstüne birşeyler vereyim dedim. Artık sonbahar gelmişti, havalar soğumaya başlıyordu. "Gerek yok iyiyim böyle, üşüdükçe yaşadığımı hissediyorum" dedi. İşte dedim seni yakaladım, Şemsettin kız kılığına girmişti ve beni baştan çıkarmaya çalışıyordu.

İçeriden ona bir kazak getirdim sırtına örttükten sonra "Şemsettin yaptığın ayıp olmuyor mu sonbahar, sonbahar?" dedim. Döndü, bana baktı, çok masumdu ve Şemsettin olmasının mümkünatı yoktu. Ama korkmuştu benden, "Ben kalksam iyi olucak siz de sabah staja gideceksiniz" dedi. Hala sizli bizli konuşuyorduk, garipti.

Ona gece uyuyabileceği, uygun bir bankın olduğu uygun bir park aramak için dışarı onunla çıkmaya karar verdim. Sonuç olarak saat gecenin 2'siydi ve sokaklarda yanlızlığın yumurtalıkları vardı. Beraber asansör bekliyorduk. Önümde duruyor ve asansörün hangi katta olduğunu gösteren sayının yavaş yavaş azalmasını izliyordu. Ensesine baktım, boynuna, kulaklarına. Saçlarını toplamış, kuyruğu tekrar kıvırıp alttan saçlarına bir tokayla tutturmuştu. Eminim saçları sokakta uyuyan birine göre yumuşacıktı. Asansöre bindik, bana döndü. Nasıl oldu, nerde başladı, ne zaman gözlerimi kapattım bilmiyorum ama kendimi camdan dışardaki, diğer binada prostat olmasından şüphelendiğim amcanın tuvalet ışına bakarken buldum.

Kendime geldiğimde sabah olmuştu, onu uyandırmadan yataktan kalktım. Ona ve kendime baktım, hafiften uyandı. Anahtarları uzattım, "Al" dedim "Senin de bir evin olsun artık, merak etme zırt pırt gelip rahatsız etmem, geleceğim zaman da haber veririm". Anahtarları almak için elini uzatmadı, yastığının yanına koydum.

Yurda gittim, tuvaletim vardı sanmıştım, aldanmışşım. Ufak mikroplarla ve bakterilerle muhabbet etmemiz gerekiyormuş. Bağırdım onlara, ben bağırdıkça onlar şaşırdı. Şaşıracak ne var diye düşünürken, kendi kontrolümde olmadan tekrar bağırdım. Hayatımda bu kadar uzun süre bakterilerle konuştuğumu hatırlamıyorum. Sonra duş aldım, düzenli bir alışkanlığım olmamasına rağmen dişlerimi fırçaladım. Kendimi sıcakta asfalta düşmüş dondurma gibi hissediyordum, eridim ama temizlenemedim, sadece doğaya karıştım.

Appa'nın yanına gittim, "Bu sefer de tekle, beni yarı yolda bırak, istediğim yere götürme" dedim, dinlemedi. Arka koltuktan "Eee nasıldı dün gece?" diye atılan Şemsettin'in sesiyle irkildim. "Yapma" dedim "havamda değilim, seni işe bırakamayacağım bu gün, benim başka bir işim var" dedim. "Tamam" dedi "İşini beraber halledelim". İyi olur, diye düşündüm, hem arabayı ordan kaldıracak birisi gerekir. Köprüye gittim, son bir kez daha baktım İstanbul'a, beni reddeden Kuleli Askeri Lisesi'ne, dayımın götürdüğü çay bahçesine, denizden su çaldığım moda sahiline, güneşte sarhoş olduğum Galatasaray Üniversitesi'nin bahçesine, kahvaltı yapmayı sevdiğim Dolmabahçe sahiline. Demir parmaklıkların arkasına bir bacağımı attığımda Şemsettin elimden tuttu, "Daha çok erken, sen gidersen ben ne yapacağım" dedi. "Senin kendine özgü, güzel düzenli hatasız bir hayatın var Şemsettin, bunun benimle ne alaksı var?" dedim. "Seni ahmak" diye serzendi, "Ben senin içsesinim, farkedemedin mi hala?". Şok olmuştum, kafan karıştı ve elim kaydı. Yanlış anlatılıyormuş, hayatınız gözünüzün önünden film şeridi gibi filan geçmiyor. Uzun uzun yaptığınız hatalarınızı da düşünecek vaktiniz olmuyor. Evet derin bir pişmanlık var, "daha görecektik be, ne acelesi vardı" diye. Beyaz ışık da yalan, aydınlık hiçbirşey yok, zifiri bir karanlık var.

Sonra birden arkamdan taksici olduğunu sandığım bir amca tuttu. "Ne yapıyorsun oğlum? Neye bakıyorsun?" dedi. Şemsettin suya düşmeden önce yok olmuştu, ne bir su sıçraması, ne de bir hareket. Etrafımdaki koca kalabalık sadece bana bakıyordu. Parmaklıklara yaslandım ve ağlamaya başladım. Taksici amca'dan beni moda sahiline götürmesini istedim, kırmadı kabul etti.

Şimdi mi ne yapıyorum? Taş sektiriyorum denizde, 5 yapabildim ama çocukken rekorumun 7 olduğunu hatırlıyorum, rekorumu geçmeden bırakmayacağım.

5 yorum:

NoktasizvirguL said...

Offf bea aradan 3 yıl geçmiş. Hikayeler değişmiş yüzler değişmiş, bazı şeylerin farkına yeni yeni varırken biz bazı şeyleri unutmuşşuz. 18. Sonbahar yazımı okumumamış olanlar için Teomandan geliyor.

https://www.blogger.com/comment.g?blogID=23973989&postID=115715274869911477

redrospect said...

Şemsettin'le Latife bugün sabah buluşmuşlar Boğaz'da kahvaltı yapmışlar haberin olsun.

Saygin said...

onu değil de, şunu link versen daha güzel olacakmış :)

http://noktasizvirgul.blogspot.com/2006/09/18.html

okumadan yorum yapmayalım değil mi :)

NoktasizvirguL said...

@Saygın: vallahi sen de olmasan insanlara yorum sayfasını gösteriyor olacağım. Neyse allahtan sen varsın.

@redrospect: Ben bu gün sabahtan beri ikisini de görmedim. Sen latife'ye ulaşabilirsen söyle, şemsettin yanıma gelsin. Konuşmamız gereken şeyler var.

redrospect said...

Şemsettin biraz kafa iznine çıkmış bana öyle dedi Latife. Yine de istersen bir ara sor.