Saturday, September 30, 2006
Tuesday, September 26, 2006
Prologue to my Perspective - Gülay Acar
There is a fear of death in the but olso renunciation.For them life is more meaningful because they fight for a reasonWar is a kind of ceremony of blood. War is like a drug; the closer to war you are, the closer to war you are, the moreyou are adicted to living that meaning ful life. There is always a fear of death, but there is no fear when you hear thenoise of a bomb close to you. But there is fear before and after the bombs.
Monday, September 25, 2006
Schopenhauer - Nietzsche - N.v...
Hristiyanlığı hayatı baltalayan insanın boyutlarını küçülten bir yaşama yolu sayar "Hristiyanlık, hayatın en korkulası sayrılığıdır" der. Yaşamın hızını kesen, yükselişini engelleyen her şeye "hayır"; yaşamayı hızlandıran, yükselten her şeye "evet". Yanlış aldanış yaşamın gelişmesine yardım ediyor mu -ü onlara da "evet". ; kötü sayılan şeyler, örneğin sertlik, amansızlık, kavgacılık, kişinin canlılığını arttırıyor mu, onlara da "evet" . "Ama"
Wednesday, September 20, 2006
Monday, September 18, 2006
Gibidir... En çok yağmurun altında yürürken Seviyor olmaya rağmen seni Gelmeyeceğini bile bile Camın altında seni beklemek gibidir, Seni sevmek...
Saturday, September 02, 2006
Friday, September 01, 2006
Tahir ile annesi pazardan dönüyordu. Tahir annesi fazla yük taşımasın diye, taşıyamayacağı kadar poşeti kendine almıştı. Sürekli durup dinlenmeleri gerekiyordu. Zaten Tahir oldu olası sevmezdi parmaklarında kesik olmasını. Küçükken bir oyuncağının naylon ipini çekerken elini çok feci bir şekilde kesmişti. O günden beri çok dikkatliydi ip kesmelerine karşı. Yol ayrımının köşesinde, yolunda dolu olması bahanesiyle bir kez daha poşetleri yere bırakmışlardı. Köşeyi hızla dönen bir kamyonun sıçrattığı çamurlu sular yüzünden Tahir’in en sevdiği pantolonun dizaltı kısmı ıslanmış ve çamur olmuştu. Çok sinirlenmişti Tahir. Annesinin suratında sinirden bir iz göremiyordu. Handan Hanım ise kamyonun kesinlikle bilerek yapmadığını biliyordu, bir acele sonucu virajı hızla almış ve su sıçratmış olduğunu varsayıyordu. Çocuğunun gözlerindeki bu gereksiz sinire mânâ veremedi. Biraz daha ilerde o hüzünlü park vardı. Tahir bu kez yine aynı yere bakmayı ve aynı hisleri yaşayıp yaşamayacağını denemeyi planlıyordu. ‘ Bu park ne kadar güzelleşmiş, biz çocukken bu kadar büyük değildi ağaçlar. Topu topu iki kaydırak, iki de salıncak vardı. Sürekli kuyruk olurduk kaydırağın tırmanma merdiveninde ’ diye geçirdi içinden gülümseyerek. Annesi de onunla birlikte yapma derenin üstündeki köprünün etrafındaki meydana döndü. İkisi birden, biraz utanç, biraz çekingenlik ile hemen önlerine dönüp adımlarını hızlandırdılar. Handan Hanım ‘ bu yağmurda, burada, bu şekilde’ dedi kendi kendine. Bu gençler romantizmin içine erotizm katıyordu ona göre. Tahir’e sorarsanız çok güzel bir sahneydi biraz önceki. ‘ Ahhh’ diye iç geçirdi. Tahir’in de sevgilileri olmuştu zamanında. Hem de öyle zar zor birilerini seven türden değildi, bu yüzden olsa gerek arkadaşları ona “Şıpsevdi” lakabını takmışlardı. Yılda en az 6 kıza aşık oluyor ve bunlardan en az 4’ünü ikna ediyor ve sevgili oluyorlardı. Son yıllarda toplumun da yavaş yavaş kültür çelişkilerini tam olarak benimsemesiyle bir erkeğin bir kızla çıkması durumu ‘erkeğin ikna kabiliyeti’ne bağlanıyordu. Ayrılma süreleri ise kızın sıkılma süresine... Kendisini romantik biri olarak düşünmüştü hep Tahir; ama hiçbir zaman kız arkadaşıyla yağmur altını bir kenara koyun, soğuk havada bile buluşmazdı. ‘ Demek ki romantizm, biraz da üşümekle geliyor ’ diye düşündü içinden ve gülümsedi geleceğe dönük planlar yaparak. Yavaşça “Balıklı Bina”ya yaklaşıyorlardı. Binanın elbette bir adı vardı ama Tahir üstündeki şekillerden ötürü binaya bu adı takmıştı. Son dönemlerde 2. katın soldan 2. penceresinde bir kızı görür olmuştu ne zaman o binanın önünden geçseler. Kızı tanımıyordu ama hoşlanmaya başlamıştı oradan geçerken kıza bakmaya. Hem kız da bakıyordu ona, her erkek gibi o da kendini o dakikada daha da bir yakışıklı, daha da bir çekici hayal ediyordu. Yavaşça gözlerini kaldırdı, evet kız yine oradaydı. ‘ Ne kadar güzel saçları var’ diye geçirdi içinden. Birden yüzünün şekli değişti Tahir’in, kız ona doğru bakmıyor pencereden sarkmış endişe ile onların arkadaşın bakıyordu. Handan Hanım ve oğlu arkalarından gelen bir ağlama sesi ile irkildiler. İkisi de arkasını döndü, gelen çocuk biraz önce parkta öpüşen erkek çocuktu. Koşarak Balıklı Bina’ya yaklaştı, binanın kapısından girmesi ile kızın camdan içeri şaşkınlık ile kaçmasının aynı zamanda olması Tahir’in dikkatinden kaçmamıştı. Handan Hanım biraz duraksadı, sonra turşu yedikten sonraki ağzımızda oluşan tat sebebiyle yüzümüze yerleşen mutluluk benzeri bir gülümsemeyle yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Tahir ağlayan çocuğun 2. katın soldan 2. penceresini kapatıp, uzun uzun gökyüzüne baktığını gördü. Çocuk perdeyi kapadı. Tahir koşarak annesine yetişti, zaten yeterince ıslanmışlardı. Bu sırada sonbahar olağanca gücüyle kapıyı çalıyordu.
not: 18. Sonbaharım herkese hayırlar getirsin.