Bu mektubu yazmadan önce epey kararsızlık yaşadım. Yazacak bir şeyim yoktu belki ama en çok senin yokluğundu beni etkileyen. Sonunda, yani seninle yüz yüze konuşamayacağımı anladığımda, sana mektup yoluyla ulaşmaya karar verdim.
İnsanın sosyal bir varlık olması ne kadar garip değil mi? “İnsan sosyal bir varlıktır” cümlesine soru sormayı veya ona neden nasıl –mıdır gibisinden sataşmayı çok istemiştim çocukken. O zaman bizim için yasalar olmamasına rağmen öğretmenler vardı ve neyin sorulup neyin sorulmayacağına onlar karar veriyordu. SOSyallikle ilk kez ilkokul sırsında arkadaşım Bora ile “SOS” oynarken tanıştım. Sos dediğin nedir ki XOX’in değişik bir Türk versiyonu bana göre. “Etrafına bakma yavrum önünle ilgilen!” Belki o yıllarda hayat daha basitti, henüz tarih çağlarına geçmemiştik belki ama yavaş yavaş yazıyı keşvediyorduk. Daha Lidyalılar parayı bulmamışlardı, eğer bulmuşsalar bile bize vermiyorlardı. Dediğim gibi hayat basitti; ufak lastiklerin veya kartondan kesme direksiyonların trafiği can almıyor, küçük yaşta “oyuncak” olarak elimize verilen silahların insanları öldürebildiğinin, yani gerçekten öldürebildiğinin, farkına varamıyorduk. Kararları da biz değil, yaşça büyük olanlarımız veriyordu, basitti.
Uzun yıllar sonra yaşı dolayısiyle değil mevkisi sayesinde karar veren ve verdiren kimse bana “Karar verdiğini iddaa ederek kim olduğunu zannediyorsun?” diyecekti. Bu bir ödev olabilirdi ama benim dünyamda, mekan değişmişti. Köprü altında kendini tanımayan bir amca, sıkınyısını giderebilmek ve bilare kendisine içki aldırabiecek birini bulma edasıyla bana hayatı sorgulatacaktı. Ki başardı; dersten geçtim hayatta bütünlemeye kaldım.
Sosyal ortam olmadan karar veremeyen, karar vermeyi bırakın, bırakın karar vermeyi, düşünemeyen insanlarla tanışacaktım bütünleme sınavında. Ki o sınavdan geçmek hiç birinin aklında bile yoktu, çünkü akılları meşguldu; karar veriyorlardı. Oysa çalışkan öğrenciler yine gecelerini adıyordu birşey olabilmek için, derse hazırlıklı gidiyorlar, ne bileyim çeki düzen veriyorlardı belki de, bana sormayın onlardan olamadım.
Bizim gecelerimiz güzeldi, değişikti, garip bir kokusu vardı, ki sanırsam bunun sebebi insanların kendi pisliklerini gecenin aydınlığına katmak için yakmalarıydı. Uykututmaz gecelerde uykulu gözlere acırdı yaşanmaz anlatılır efkarımız ve ağlamazdık hiç bir zaman gerçekten gözlerimizle... Bir karar arıyordu herkes, her defasında verilen tek karar kararın alınması gerektiğiydi. Bazıları saatlerce güzel hayallerin peşinde, Alice’in tavşanın peşinde koştuğu gibi koşar, ardından Budda'nın altında ilhama kavuştuğu söylenen Bodhi Ağacı’nın altındaymışcasına her hayalın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu farkedip tekrar başladığı yere dönüyor; kimisi kör avcının pirincin taşını ayıkladığı gibi arkadaşlarını ayıklamaya çalışıyordu. Sakın yanlış anlamayın, insan hayallerle yaşar derler ikisi de sadece ihtiyacını alıp posasını atıyordu. Sadece ikincisinin arkadaş ayıklaması, yani bir karar vermesi hastalıklı bir sindirim sistemi gibi oluyordu, ihtiyacını alamıyordu posasını da atamıyordu. Ama ikisinin de geceleri verdiği sözler o zamanlar kendisi gibi yamandı; yaptığı işlerse, bugünkü kendisi gibi, bir hiç!
Çocukken televizyonda gördüğüm, ve aman tanrım bu adam rüyalarımdaki bilgeler gibi konuşuyor dediğim birinden sana ileteceklerim var ayrıca:
"Ama düşünce yaşamın kölesidir, yaşamsa zamanın soytarısı;
Tüm dünyanın dökümünü çıkaran zamana gelince,
Onun da bir durağı olmak zorunda.
Aynan gösterecek sana, nasıl yıpranıp gittiğini güzelliklerinin,
Saatin, değerli dakikaların nasıl yokolup gittiğini anlatacak,
Düşüncelerinin izini taşıyacak önündeki boş yapraklar.
En tatlı şeyi bile en acıya döndürüverir vardığı son,
Zambak çürümeye görsün, en çirkin ottan kötü kokar."*
Kararını bekliyorum,
Sevgili dostun,
Noktasızvirgul...
*Güneş Çarkında Gölgeler - Shakespeare'den Alıntılar / Bülent R. Bozkurt.
Eskiden beri beni takip edip bu yazıyı okuyanlar için çorbaya su katıp tekrar içirmek gibi olabilir (bu konuda adam gibi bir deyim vardı ya neyse...) ama bu yazı şu günler için tekrardan incelenmeli diye düşündüm...
Saturday, August 23, 2008
Sevgili Karar,
Etiketler:
Alıntılar,
Aydınlık geceler,
Karanlık günler,
Melike'ye Mektup
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
0 yorum:
Post a Comment