Monday, July 10, 2006

Susuşunun Solgunluğundayken...

Sessiz sakin dolaşıyordum geceyi, unutulmuş dostlarımın gölgeleriyle konuşuyordum. Adımlarım yavaşlıyordu, evet bininci kez ölüyordum. Kaybolmuş mutluluklarımın kırıntılarına basıyordum, sözlerim bir zehir, duygularım bir porselen, kalbim bir gülkurusu, kırılgan… Şarkılarımı ayak seslerimle oluşturduğum notalara döküyordum bir bir… Odamın tavanındaki karanlığa asıyordum düş kırıklıklarımı, yerde kalan parçaları ayağımı kesiyordu. Hayır, canım değildi acıyan, benliğim, kalbim acıyordu. Artık sayamıyorum hüznün kaç düğümü olduğunu ve kum saatindeki mutluluk yönünün kim tarafından çevirildiğini… Yüreğim bir yangın yeri, bir deprem yıkıntısı, bir antik kent kalıntısı. Dizelerim söz bitimi, daha bir devrik, daha bir anlamsız. Gözlerimin beyazında çoktan doğmuş şafağın kırmızısı. Her solukta başkalarının oksijenini çalıyorum. Sevda diyorum, sevda, sevda, acı ve kekre… Eski bir aşkı yaksam diyorum, bir parça ışık için, dumanında boğulsa gözlerimin ışıltısı. Ben ki gizli duyguların adamı, ben ki her özlerimi kalbime attığımdan muzdarip, yitik sevdaları bir bir banyodaki aynanın buğusuna yazıyorum. Ve, evet şimdi fark ettim, bir kelebek kadar yaşamadığımı. Ben sonbaharda ağlayacağım, soluşumun satır aralarında benimle solarken sonbahar yaprakları, bir su birikintisinde boğulacağım belki de. Eski bir antikacıda bulacağım kime bıraktığımı unuttuğum o güzel günlerimi ve ben eski bir sonbahar gibi unutulacağım. İşte şimdi yorgun ve bitap yüzümdeki her çizgi, durulmuş dakikalar, hüznün herhangi bir mısrasında ve çoktan unutmuş hangi sonbaharda solduğumu. Haritasını çizerken kuşbakışı gülüşlerin, üşümekten morarmış dudaklarından bir parça ve çoktan uzaklaşmış bir rüzgarda ellerinin kokusu. Ben hala susuşunun solgunluğundayken, elimde o zarfsız imzasız daha mürekkebi kurumamuş mektubun, sehpada unutmuştum başımı, us yitik. Gözlerim sanki birer deniz iğnesi, kırılmakta benliğimin benli gözenekleri. İçimde bir sürgünün gizli sessizliğini taşırken, anlıma dayarım güz görümlük ömrümü, seherin cılız eliyle… Iraktaki vahşi güller hüzün kokar artık bana ve ölüm ardıma leke düşer, gözlerimden çekilen sıcaklık yüzümde soğur, soğuk. İki kaşım arasında kendine yenilir yeni uzun yolum. Çiçek tüter hayaller karanlığı kısıp, pencerede gök ıçurtma çeker yıldızlar çölüme... Bir ışık hüzmesi yayılacak göğe, acılaşan gecede; ateş yakacak suyu ve düşüp kirpiklerime gömülecek yüzüme sıkışmış ölü çocuklar. Ay batışı gözlere iki ezgi gibi hüzünler çökerken tetikteyimdir yalnız gölgemle. Sıkıntımın yıldız sefası, ne olur kapatma kollarını, damarıma basma sabah. Güvercin uçuşu, alabildiğine rüzgar; durma gez arpacık ! Göz tetikte. Ölüm ulaşılmazlarda bekleyen kuş seslerinde, bakire umutlar. Sessizliğe dolunay doğarım, Dışarıda dilenci kızlara serpinti yağmurun kırık sesi, Ve düş artık yakamdan, Güneş kırıklarına dadanan sevda.

10 Temmuz 2006, Pazartesi // 03:49

Fon Müziği Tavsiyesi: Platonik Aşk - KafaBinDünya Teşekkür: Okuduğu şiirin etkisiyle yazıyı yazdım, 029ur'a teşekkürler.

1 yorum:

»¦« GÖKHAN »¦« said...

GERÇEKTEN GÜZEL VE KEYİF VEREN BİR YAZIYDI... TEŞEKKÜRLER...