Thursday, June 29, 2006

Çarşamba...

her çarşamba çarşambayı sel alıyor. biz her perşembe ıslak iki aşık olarak küsüyoruz. aşk mı gurur diye diye günümüz ömrümüz geçiyor. kelimeleri ağızdan bir türlü çıkmak bilmeyen acıklı bir türkü.. ! dinlemeye kıyamassın. kıyarsın hiç korkmadan bana yinede dinletemem bir türlü türkümü. aşk mı gurur mu, ben mi yalnızlık mı, hani çocuk sapanla kuşu vurur ve
kanadına bir damla koyular koyusu kan düşer ya. orada bulurum seni, ama yok. senin rengin açıktı, açık olmalıydı. mesela açık bir siyahtın. ikimiz yanyana gelsek
bir futbol takımın renklerini oluşturuyorduk. ama hiç bi futbolcu sakatlanmadan aşık olmazmış. bunlar her zaman ki konular. her yaz oldugu gibi bu yaz da aşık olurmuyuz dersin. ya da bir şey dermisin ? konussana ! susa susa geçiyor bir hafta. ve günlerden yine çarşamba olmuş.


27 / 06 / 2001, Çarşamba
Güzel yazıtlar dizisinden. Resim: A deviation by =Arathrim

Tuesday, June 27, 2006

Korkarım...

bir kuş olsam kanadım kırılacak diye korkarım... bir kuş olsam özgürlüğün tadına varırım... bir kuş olsam gökyüzünün maviliğinde sonsuzluğa erişirim... bir düş olsam uyandırılmaktan korkarım.. bir düş olsam düşümün devamını isterim... bir düş olsam yalan olmaktan korkarım... bir fırtına olsam savurmaktan korkarım... bir fırtına olsam yakıp yıkmaktan korkarım... bir fırtına olsam kırmaktan korkarım... bir yağmur olsam sırılsıklam etmekten korkarım bir yağmur olsam damlalarımla üşümekten korkarım... bir yağmur olsam kıymet bilinmemekten korkarım... bir aşk olsam yanmaktan korkarım... bir aşk olsam yüreğimin telaşından korkarım... bir aşk olsam yitirmekten korkarım... bir dağ olsam ulaşılmamaktan korkarım... bir dağ olsam isyanlardan korkarım... bir dağ olsam mecnunun yorgunluğundan korkarım... bir güneş olsam yakmaktan korkarım..
korkularım bitmiyor...
Resimler:
1. A deviation by ~monoblues
2. A deviation by ~eluf

Babam Seyrediyor...

Ortaokulda okuyan ve kisa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasiyla birlikte yasiyordu. Babasiyla aralarinda çok güzel bir dostluk vardi. Genç, okulun futbol takimindaydi.Takimindaydi ama, ufak tefek yapisi ve tecrübesizligi nedeniyle hocasi ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna ragmen, babasi hiçbir maçi kaçirmaz ve hep ayaga kalkip tezahürat yapardi. Liseye girdiginde sinifinin yine en siska ögrencisiydi gencimiz.Fakat babasi onu hep futbol oynamaya tesvik etti;bununla birlikte, eger istemezse oynamayabilecegini de ayrica belirtti.Delikanli futbolu seviyordu ve takimda kalmaya karar verdi.Her idmanda elinden geleni yapiyor ve takimin as oyuncularindan biri olmaya çalisiyordu.Bütün lise hayati boyunca hiçbir idmani veya maçi kaçirmadi.Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadi.Inançli babasi ise her zaman ki gibi tribünlerde yerini aliyor ve oglunu destekleyici tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu. Genç, üniversiteye basladiginda futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu,ama yinede elinden geleni yapti.Herkes onun okul takimina giremeyeceginden eminse de , bunu basardi.Takimin antrenörü onu listeye dahil ettigini, çünkü her idmana yüregini koydugunu ve takimin diger üyelerini de sevke getirdigini itiraf etti.Takima girebildigi haberi onu o denli heyecanlandirdi ve sevindirdi ki, solugu en yakin telefon kulübesinde aldi ve babasina müjdeyi verdi.Onun bu mutlulugunu paylasan babasi, kendisine maçlarin sezonluk biletlerini göndermesini istedi. Üniversitedeki dört yil boyunca hiçbir idmani kaçirmayan genç,ne yazik ki hiçbir maçta oynayamadi.Futbol sezonunun sonlarina dogru, büyük bir eleme maçinin idmani için sahaya çikmaya hazirlanan gencin yanina, elinde bir telgrafla antrenörü geldi.Delikanli telgrafi okuyunca ölüm sessizligine büründü.Güçlükle yutkunarak hocasina sunlari söyleyebildi: " Bu sabah babam ölmüs. Izninizle bu günkü idmana gelmesem? " Hocasi kolunu sefkatle omzuna doladi ve " Bu hafta dinlen evlat" dedi. "Cumartesi günkü maça gelmeyi de aklindan geçirme." Cumartesi geldi çatti, ama okul takiminin durumu hiç de iyi degildi.Maçin sonlarina dogru, bir kisi soyunma odasina sessizce girdi,formasini ve futbol ayakkabilarini giyip sahanin kenarina çikti.Babasi ölen ufaklikti bu!Antrenör ve oyuncular azimli arkadaslarini bu kadar kisa sürede tekrar aralarinda görmekten dolayi son derece sasirmislardi. Hocasinin yanina giden genç "Lütfen izin verin oynayayim" dedi."Bugün oynamak zorundayim."Hocasi önce duymamis gibi davrandi. Böylesine zor bir eleme maçinda takiminin en kötü oyuncusunu sahaya çikarmasina imkan olmadigini düsünüyordu.Ama genç o kadar israr etti ki ,sonunda ona aciyan hocasi razi oldu:"Pekala oyuna girebilirsin."dedi. Gencin oyuna girmesini üstünden çok geçmemisti ki hem hoca ,hem oyuncular,hem de maçi izleyenler gördüklerini inanamadilar. Daha önce hiç oynamamis olan bu meçhul ufakligi her hareketi harika ,attigi pas isabetliydi.Karsi takimin oyunculari onu durduramiyordu. Kosuyor,pas veriyor,savunmayi yardim ediyor ve maçin yildizi olarak parliyordu.Sonunda gencin takimi aradaki farki kapatti,nihayet atilan bir golle de beraberligi yakaladi.Ve son saniyeler de ufaklik topu tek basina sürükleyip herkesi geçti.ve galibiyet golünü atti.Maç bitmisti. Okulun taraftarlari sevinç çigliklari atiyor, onu omuzlarinda tasiyordu. Seyirciler tribünleri terk ettikten ,oyuncular duslarini alip soyunma odasini bosalttiktan sonra takimin hocasi gencin kösede tek basina sessizce oturdugunu fark etti Yanina gidip:"evlat inanamiyorum.Bugün bir harikaydin."dedi."Sana ne oldu,bunu nasil basardin,anlat bana!" Genç hocasina bakti,gözleri yaslarla doldu ve söyle dedi: "Babamin öldügünü biliyorsunuz.Peki onun gözlerinin görmedigini biliyor muydunuz?"Delikanli zorlukla yutkundu ve gülümsemeye çalisti:Babam bütün maçlarima geldi,çünkü görmedigi halde beni desteklemek istiyordu.Ve ilk defa bugün beni oynarken görebildi.Bende bu firsati kullanmak ve oynayabildigimi ona göstermek istedim… Yazı : İnsanizm.Com Resimlerin hepsi: deviation by ~clairec666

Monday, June 26, 2006

Bir Hayal Mahsulü...

"Daha 7 ayşında kız çocuğuydu o."
Bir gün işteyken öğle yemeğine çıkmak için arkadaşım aradı. Çıktık. Kendi kendimize bu gün değişik bi yere gidelim dedik ve bir lahmacuncuya gittik. Masalar oldukça yüksekti. Garsonu görebilmek için etrafıma baktığımda bide ne göriyim daha boyu masaya bile yetişemeyen biri yaklaştı yanımıza. Gülümseyerek "ne alırdınız efendim" dedi. Öyle sıcak öyle tatlıydı ki, ne diyeceğimi şaşırdım. "Garson sen misin?" dedim. "Evet efendim siparişinizi alabilir miyim" dedi. Arkadaşımla birbirimize baktık. Şaşırdım biraz ama güldük sora. Siparişimizi verdik. Yemeğimizi yedik. Kız sürekli ortalarda dolaşıyodu. Sonra yanımıza tekrar geldi. Başka bir isteğiniz varmı diye sordu. Hayır tesekkürler dedim. O sırada ben sigara içiyodum. Kız "Babam hep sigara içerken çay da içer sizde ister misiniz?" diyip gülerek baktı yüzüme. Allahım bu ne tatlılık, bu ne şirinlik. "Neyse getir o zaman" dedim "Seni mi kıracağım". sonra çayı getirdi büyük bir itina ile. Çayımı içerken kız başımda durdu öle tatlı tatlı gülüyodu sürekli. Aradan 1 saat kadar geçmişti. Ben artık küçük kıza şakalar felan yapmaya başlamıştım. O da bana yapıyodu. Sonra bir şarkı çıktı. Orhan Gencebay'dan Dilenci. Benim en çok sevdiğim şarkıydı bu. Ben bunu duyunca efkarlandım biraz, aşklar sevgililer felan aklıma geldi işte. Küçük kızın yüzüne bakarak sölemeye başladım şarkıyı. "Çok mu seviyorsunuz bu şarkıyı?" diye sordu. Evet dedim. Hemde çok. Ya Allah'ım bu kadar şirin bi kız olamaz ya, o yaşta uzun saçları toplanmış, siyah kumaş pantolon giydirilmiş, beyaz bir gömlek ve papyonuyla tam bir garsondu. Ben heralde çalışanlardan birinin kızı diye düşündüm.
Neyse çalışma saati gelmişti. Oradan ayrıldık. Hesabı öderken kız yine gelip bize kolonya tutmuştu gülerek. "Yine bekleriz efendim" demişti. Ertesi gün ben yine gittim oraya. Kız yine oradaydı. Yemeği yedik ve kız yine çay geitrmişti. bana öylesine güzel bakıyodu ki. Hele o seyrek dişleri göründüğünde dahada tatlılaşıyordu. Sonra ben çay sigara içerken oda gimiş benim şarkımı açmıştı. Artık durmadan yanıma geliyodu. bende takılıp güldürüyodum onu. Beni çok sevmişti. Artık her öğlen yemeğimi orda yiyordum. Bir gün yine yedikten sonra kıza bahşiş verdim ama almadı. Onun yerine gelirken bana sakız al şekerli olsun dedi. Bende bir poşet dolusu sakız çikolota filan aldım. Artık hergün gittiğimde ona ufak tefek hediyeler alıyordum.
Bir gün yine onunla sakalasırken seni kaçırayım ben dedim. Evleniriz ikimiz dedim. Hiç bişey demedi, küçücük yüreğiyle utandı belkide.Yine bir öğlen vaktinde onu çarşının içinde kan ter içinde koşarken gördüm. Seslendim, baktı. Aaa sen burdamıydın dedi. Meğer okuldan çıkmış ben yemek yemeye gelirim diye ve beni kaçırmamak için acele ediyomuş. Orada bir dondurma ısmarladım. yanımda sevgilim vardı. "bu abla kim?" diye sordu. arkadaşım dedim. Sevgilimde merak edip sordu "bu kız kim?" diye. Ona da anlattım aynen olduğu gibi.
Her öğlen gibi oraya gittim. Biz haftada bir kaç gün sevgilimle yemeğe giderdik. O günde onunla gittim. Sevgilimin adı Gamze idi. Gamze de sevdi küçük kızı.
Gamze; beni göstererek bak ben bu abiyle evleneceğim dedi sende gelirmisin düğünümüze dedi. Küçük kız öyle bir olduki. Birden o küçük şirin yüzü değişti, sonra ağlamaya başladı. Nerden bile bilebilirdim ki sölediklerimi gerçek sanmış. Neyse bir daha Gamze'yi götürmedim oraya. Sonra bir kaç defa daha gittim yanına. yemek yedim. Her gidişimde ayrılırken yarın gene gelcenmi dimi diye soruyodu elbette derdim . Aradan tam 7 ay geçmişti. Ben üniversiteyi kazanmıştım. Küçük kızı 7 aydır görmüyordum. Çünkü o iş yerindenden ayrılmıştım, sürekli arkadaşlarımla beraberdim. O yeri ise zamanla unutmuş gitmiştim.
Geçen hafta evde tek başımaydım. Canım çok sıkılıyodu. Tam bir arkadaşımı arayacaktım ki arkadaşlarımdan biri aradı. Çarşıya gel takılalım diye. Bende tamam dedim. Onun evi çarşıya oldukça uzaktı. 1 saat sürüyodu. Bizim ev ise sadece 5 dk'lıktı. Ben yinede çıktım çarşıya. Onu beklerken napayım napayım diye düşünürken, o kız geldi aklıma dedim biraz şununla vakit geçireyim. Gittim restorana baktım kızı göremedim. Garsonlardan birini çağırdım.kızı sordum."Haberiniz yok muydu?" dedi... Anlattı bana. Nedenini bilemiyorum ama herkesin içinde ağladım. Kız lösemiymiş. Benim ona son gittiğim günde ölmüş.... İçim öylesine bi kötü oldu ki anlatamam. Meğer işyerinin sahibinin kızıymış. Garsonluk yapmak istediği için buraya geliyomuş sürekli. Fotoğrafını koymuşlar en görünür yere ve hemen önünede benim ona aldığım bebeği. Ben gelmediğim günlerde bu bebeğe sarılır ve kapının önüne oturur sürekli yola bakarmış. garson anlattı. Gelmeyeceğimi iyice anladığı günlerde olucak heralde gelir masalara bi göz atar gidermiş ve şimdide bu bebeğide babası resiminin önüne koymuş. Hastaneye götürürlerken bebeğe sarılı bi şekilde can vermiş. İsmini hiç soramadığım bu küçük kızın adı Gülmüş.
O sırada arkadaşım gelmiş, telefonumu çaldırıp duruyodu. Bense kapattım telefonu. Resimini önüne bir sakız daha bıraktım, şekerli. Bir tanede kendime aldım. Bir çay istedim. Gözlerim masaların arasından taa gözlerime uzanan bir şirin yüzü aradı. Kulaklarım ise o ince ve güçsüz sesi: "ne alırdınız efendim"
Resimler:
1. A deviation by ~TheTruthfulLiar
2. A deviation by ~takingxthexfall
3. A deviation from ~ Melek

Friday, June 23, 2006

İktidar üzerine...

"Kadınlar iktidarı çoçuklar üzerinde egzersiz ederler..."
dedi bir kadın dostum... Erkeğin ikdidar oyunları üzerine konuşuyorduk...
Erkeğin, güçlü, kuvvetli ve iktidarlı hissetmesi için bir ömür boyu
oynamak zorunda olduğu oyunlara, kadınlar gerçekte
ne kadar ilgi gösteriyordu acaba?.."*


İktidarın ne olduğunu anlamıyordu, anlamamaktan öte biraz da anlamak istemiyordu kendince... Her gittiği ortamda bir güç sahibi olmaya çalışan, iktidar için kendinden vazgeçen, hissettikleriyle yaşamayan insanlarla karşılaşıyordu çünkü... Sıkılmıştı bu "iktidar" denilen şeyden... Arkadaş çevresindeki oyunları görüyordu basit bir "iktidar" sıfatı için... Bu kadar basit olmamalıydı insanın kişiliği, harcıyamamalıydı 5 kuruş etmeyecek şeyler için. Hele ki ailede en yoğun hali yaşanıyordu bu duygunun ve galiba en nefret ettiğim de buydu. Nedendir insanın içindeki kontrol etme isteği... Bende de var mı diye düşündükçe kendimden daha fazla iğreniyorum aslında. Belki çoğu ailede o çoçukları etkileyen derin ve büyük kavgalar yanlızca bu "iktidar kimde olacak?" sorusu sebebiyle ortaya çıkar. Türk aile yapısının gerekleri itibariyle baba her ne koşulda olursa olsun ailenin üstünde bir iktidar kurmak için çabalar, ister manevi ister maddi yöntemlerle bu iktidarı kurar. Anne ise bunu değişik yollardan kurmaya çalışır. Bu mesele aslında Türk - Çin savaşlarına benzetilebilir. Eğer bu benzetme yapılacaksa baba Türk milleti olacak, anne ise Çin devletine benzetilecektir. Baba Türk devleti gibi savaş arenasında elinden geleni yapacak, güç kullanacaktır. Anne ise Çinlilerin Türklere karşı yaptığı gibi daha mantıklı yöntemler kullanacak, iç işlerine girerek iktidarı ele geçirecektir. Bu savaş sonrasında esas sonuç iktidarın kimin elinde kaldığı değil, savaş arenasında ölen askerlere benzetmek istediğim ailenin çoçuklarının ne kadar etkilendiğidir. Anne kendisi çoçuklarını etkilemek onları yoğurmak ve aile üzerindeki iktidarı ele geçirmeye çalışırken, baba klasik yöntemlerle aile üzerindeki iktidarda söz sahibi olmaya çalışır. Bu sırada, ezilen, iktidar savaşlarında maşa olarak kullanılan çoçuklar ise en çok zararı görenlerdir.
"'Kadınlar iktidarlarını esas olarak çoçuklarının üzerinde
ve evde dener' diyordu kadın dostum,
'Onların iktidar mücadelelerinde çocuk önemli bir yer tutar...'
Çoçuğun davranışlarına yön verme, çoçuğu biçimlendirme,
çocuğu ektileme... Bir çoçuğu onun üzerinde mutlak bir hakimiyet
kurarak şekillendirme, onu önce doğurarak sonra biçimlendirerek
yaratma... Annelik doğanın mucizevi yaratıcılığında
aslında kadının bir iktidar egzersizidir..."*
Bu savaş "şehit"i çoçuklar ileriki yaşlarında çoçuk iken öğrendikleri yöntemleri hayatlarında uygulamaya çalışırlar. Arkadaş çevrelerinde her zaman iktidar sahibi olmak sürekli yönetilen değil yöneten olmaya çalışırlar. Ailelerinden gelen bu eski alışkanlıktan olsa gerek anlayamazlar aslında hiç bir şekilde arkadaşlık çevresinde ne yönetilenin ne yönetenin olduğunu... Arkadaş çevrelerinde yalanlar söyleyecekler, yalnız takılacaklar ilgiyi üzerlerine çekmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu türden olan insanlara acımayı sanırım çok uzun süre önce bıraktım, çünkü siz onlar için üzülürken onlar, onlar için hala doğru olan sağlaması yapılmamış denklemlerin peşinden koşuyorlar. Bir de bu olayların kurbanları var, kurbanlar diyorum çünkü bu iktidar savaşı veren gençler de arkadaşlarını aile içerisinde çoçuklar nasıl kullanılıyorsa aynı şekilde kullanıyorlar. İşte kullanılar çoçuklar daha fazla içlerine kapanıyorlar ve şu "iktidar" sahibi, yöneten, arkadaş grubu "lideri" insancıkların istedikleri oluyor. Zavallı kurbanlarımız onların "liderlik"i altına sığınıyor ve kendi kişiliklerinden uzaklarda yaşıyorlar... Oysa içlerinde çiçeklerle saklı güzel "arka bahçe" ler barındıran bu kurbanlar içlerindeki bahçenin çöle dönüşmesine izin veriyor ve başkalarının ışığı altında yaşamaya başlıyorlar...
"Bence özgürlük, adelet, demokrasi gibi kavramlar
bu karşıtlık ve ölümcül baskı yok sayılarak tartışılamaz. Biliyorum bir gün
her şey başka br ışık altında, gerçek ve yalansız
yüzlerle yeniden konuşulacak. Yoksa iç dünyasıyla köprülerini atmış,
asıl benliğini öldürmüş ve içinde çöl barındıran insanlarla
hangi konuda, ne paylaşılabilir ki?"**
* Reha Muhtar -22 haziran 2006, perşembe gününün Sabah köşe yazısı
** Cezmi Ersöz - Saçlarının Kardeş Kokusu

Thursday, June 22, 2006

Çok Acayip Bişi...

Hepimiz internete giriyor, orada enviya çeşit ihtiyaçlarımızı gideriyoruz . Ancak efendim şöyle bir şey var ki internet aleminde genellikle aradığımızı bulmak zor. Örneğin mp3 arıyoruz. Kimse kınamasın efendim, arıyoruz. Neymiş yasal sitelerden şarkıların her birini 1milyon a yasal bir şekilde edinebilirmişiz. Sonra resimler konusu... Nerden bir resim (ç)almak gerekse resmin orasına burasına adlarına yazmışlar efendim, (ç)alamıyoruz öylece kalıyoruz. Videolar da aynı şekilde, filmlerde... İstediğimiz şeye istediğimiz anda ulaşmak istiyoruz, yapamıyoruz efendim kalakalıyoruz. ama bir site var ki bu dertlerinizin hepsine çare olacak.Mp3 de download edebilirsiniz komik video da film de...Hatta fıkra bile okuyabileceksiniz. Ama her şey 1milyon'a... Yok yok öyle 1milyon değil bu, para değil yani. Girin anlayayacaksınız nasıl bir site olduğunu. Yok öyle başlı başına bir site değil. Blogger altına kurulmuş bir blog sadece... Ama siz bakmayın öyle ufak durmalarına, aklınıza gelecek gelmeyecek herşey orada var. Walla. 1milyon.blogspot.com

Wednesday, June 21, 2006

Bir Yazı Arası Düşünceler

"İşte tam bu anda kendisini bir şirket gibi düşündü.
Hızla büyüyen, kalkınma planını yapmış, açık vermeyen,
geleceği parlak bir şirket. Bu şirketin hem sahibi, hem halkla ilişkiler
müdürü, jem muhasebecisi, hem de müşterisiydi o.
Her şeyden sorumluydu, nimetleri de kendisinindi.
Bu şirket geçmiş yılların acısını çıkarmak için en kısa zamada
en çok yararı sağlamalıydı şüphesiz."
Her şey "blah blah"la başladı şeklinde gelişen cümleler kurmaktan yorulmuştum belki de, belki de yorulmaktan öte artık o cümlelerin bile daha değerli olduğunu düşünüyordum. Uzun zamandan sonra belki de bi insan hakkında nefret dolu düşünceler, nefret dolu cümleler oluşturmaya başlamıştım aklında. Birden dur dedim kendime, sana yakışmaz, saygını terbiyeni koru dedim... Sonraki düşünce beklendiği gibi; "Saygıma ve terbiyeme bile değmiyor" oldu. Tek bir kelimemin bile onların yıllarını karartabileceğini bildikleri halde - evet evet tehdit ediyorum - neden hala bu şekilde davranıyor insanlar anlayabilmiş değilim. Belki bunun bilincinde oldukları için adam gibi davransalar daha acı verici olurdu ama en azından "insan" olduklarını göstermek için düzgün davranabilirlerdi. Onca problem ve sıkıntı içerisindeyken "online gitar çalma ve göbek atma şenlikleri" düzenleyen ben tabiki sadece 15 sn. liğine sinirlenecek, belki de o sinirim sayesinde ileride "geçmiş yılların acısını" çıkaracak bir yazı yazacaktım. Evet, doğru tahmin, işte buradayım ve yazıyorum.
"Her şeyi iyi giderken şu aralar bir de aşık olsam
ne iyi olur, diye düşündü sonra da. Aşık olmayı çok istiyorum,
dedi. İstiyor muydu gerçekten? İstiyordu, ama olamayacağını
da biliyordu! Kendisini ne kadar kandırabilirdi ki? O yeteneğinin çoktan köreldiğini
hissediyordu: Bir başkası için kendini feda etme, bir başkası için kendisini
riske atma, her şeyin sonunda bir düş olan bir duygu için
harcama yeteneğini çoktan yitirmişti çünkü...
Öncelikle okuyanları uyaralım, aşık olmak için kendini zorlamayın; çünkü olmuyor. Belki uzun zamandır bir sevgiliniz olmadı, belki içinizde birikmiş o sevgi sürahisini boşaltacak bardak arıyorsunuz... Yıllardır kapakları kapalı, sürekli biriktirmiş bir "romantik söz" barajı gibi hissediyorsanız kendinizi kapakları açmak için kazı kazan oynamayın, çıkmıyor. Yani denedim, yoldan geçiyordum, Milli Piyango Bileti satıcı bir kıza aşık olmayı denedim. ( gerçi kendisi eski seçimlerimden daha iyi bir seçim olabilirdi ) Amacım belliydi, önce kazı kazan oynayacak, çıkarsa onu yemeğe götürecektim. Olmadı, hem de 3 tane oynadım. Oysa kart seçimini de ona bırakmıştım ama çıkmayınca çıkmıyor işte... Biletçinin önünden giderken dönüp bir kez daha baktım, o da bana bakıyordu... Aslında iki sinema biletini karşılayabilecek kadar param vardı ama neyse... Hem zamanında aynı hataya düşmüştüm, "Sevgililerime kaza süsü verme" işlemini bir kez daha tekrarlamayacaktım; çünkü hep suçluyu buluyor bu polis amcalar.
Hamlet : "İyi ya da kötü yoktur; düşünüş onu öyle yapar.
Allah'ım, fındık kabuğunun içine girer de,
kendimi sınırsız fezalar kralı sayardım, eğer kabuslar görmesem.
Rosencrantz : "O rüyalar, gerçekte bir ihtirastan ibarettir;
çünkü ihtirasın özü bir rüyanın gölgesidir."
Hamlet : "Rüyanın kendisi de bir gölgeden ibarettir."
Rosencrantz : "Ama ihtiras öyle havadan, öyle kıymetsiz
bir şeydir ki, gölgelerin gölgesinden ibarettir."
Hamlet : "O halde yanlız dilencilerin vücudu vardır;
hükümdarlar ve ihtiraslı kahramanlar birer gölgedir."
Bir insanın varı, yoğu herşeyi olmak övünülecek bir şey midir? O yanlız kalsın, bensiz yaşayamasın, hiç kimse yüzüne bakmasın diye düşünmek ne kadar mantık kapasitesinin içine alınabilir. Hele ki zamanında kişi ona kendisi demişse " Herşeyim sensin, arkadaşım, dostum, ailem, aşkım..." diye. İşte, ne öğreniyoruz bu noktadan, bilmeden, sevmeden, aşık olmadan, iyilik görmeden değer vermeyeceksin. Sonra ne yapıyor, evim yuvam dediğin yerin bile anahtarını çalıyor... İçeride son dönemlerde tanıştığım "en yakın dost"larımdan birinsini çalıyor. Ama bazen kendimi tebrik etmekten geri kalamıyorum. Yani sen ona diyorsun ki " Kendi yalanlarım kendi gözüme batıyor. ", yatıyorsun dizine ve ağlıyorsun " Kurtar beni bu yalanlardan ". Sonra ne oluyor hadi tahmin edelim. Evet doğru bildiniz; geliyor ve size "Hayatınızın Yalan" olduğunu söylüyor. Eeee biliyorum ki bunu, bildiğim şeyleri bazılarının tekrardan öğretmeye çalışmasından hiç zevk almam diye düşünürken pis pis sırıtmayı da ihmal etmiyoruz... İki gündür tekrarladığım anektot ile bitiriyorum.
"Sana kına alacaktım ama kınaya zam gelmiş,
değeri seninkini geçmiş kusura bakma artık..."



Not:
Unutmadan, http://meleklercehennemi.blogspot.com den tamamen kendi arzumla çıktım. Artık şaşı şaşı bakacağız buradan dünyaya... Bir daha blogspot aleminde değişiklik yok. Söz... Walla bak...
Hayırlı olsun dimi ama bana :)

Sunday, June 18, 2006

Ya Kazanırsa Birgün Hayat?

Umulmadık bir virajdan geçip tam koynuna düşünce hayatın,tutunduğun her dal çatırdamaya başlayınca,ötüşen kuşların cıvıltısını pek farketmiyor insan . Korunaklı değildi çıktığımız yol,biliyorum..ama biraz olsun kucaklanmak,biraz olsun sarılmak yüreklendiriyor insanı . Daha bir yakına getiriyor sanki ufuktaki aydınlığı... Bir mum ışığı bile olsa o ufukta gördüğün , en azından sana güneş gibi geliyor umutlarla...ama olmuyor işte düşündüğümüz gibi...Hayat öyle acımasız oluyorki bazen,o elindeki umutlandığın sıcak bir kucaklamayı , gülümseyen bir yüreği bile elinden alıyor.ardı ardına geliyor sonra yıkılışlar.buz kesilmiş bir yürek ardından.sonra düşünmeler uçsuz bucaksız... Sabahlara kadar düşünmeler. Sınırları sabah ezanlarına dayanan ve delilik kokan , üzerine kırağı düşmüş , sabah ayazı yemiş düşünmeler başlıyor. kimsenin ilgilenmediği...kimsenin görmediği,göremediği yada görmek istemediği yerlerde kalıyor nedense yürek.sığınacak bir sundurma bulup orada süresiz kalıyor sonra hayatın sağnak hüznünden.acısı dinene kadar çıkmıyor,çıkamıyor yada...korkuyor... Sonra bir diriliş yeniden...yeniden doğuş...doğruluş...o güne kadar yaşadıklarını yok sayıp.yaralarını iyileştirmenin sevinciyle herşeye yeniden bakıyor.herşeye yeniden başlıyor...yaşamanın ona verdiği güçle direniyor...sabrediyor... Kaybetmemeli hayata karşı . Hayata karşı koymalı . Direnmeli...uzun uzun...umutlar tüketsede yürek , yinede direnmeli . yaşamanın anlamı olmalı bu...herşeyin anlamı . yaşamalı ve direnmeli...ve direnirken düşünmeli...YA KAZANIRSA BİRGÜN HAYAT .?." 18.01.2006 Güzel Yazılar Serisinden...

Saturday, June 17, 2006

Merhaba Nefes Borusu ...

Dakikalardır eğdim başımı ve aldım çenemi avucuma, klavyeye bakıyorum. Bunca harf ne yazmam için?.. Aklımdan geçenleri yazmam için kurulmuş bi teknoloji olamaz gördüğüm. Ben.... yazıcak başka şeyler yaşasaydım bu hafta... Başka şeyler yaşasaydım... Suçlamak istemiyorum kimseleri... Kader, devlet, hükümet, dünya, alınyazısı, felek vesaire... Suçu ne kötülüğün? Kötüyü insan alanakadar..suçu ne çamurun çamur olmakta?... İnsana sıçrayana kadar... Nedir suçu karanın? Karamsarlık insanlığa çökünceye kadar... Kabahati var mı zavallı küçük bakterinin, bi insanda yaşayıp öldürünceyekadar... Şimdi ben ne diyeyim gördüğüm çirkinliğe? Kime kızayım... Neye talibim ben? Neredeyim? Ve talebeler nerde? Cumaya sarıldım. öğle arasında enfes rüzgara sukunetimle meydan okudum. Muazzam bi dünya... Etrafımdaki kocaman dağlar kimi karşılayacak? Kim gelecek dünyaya? Kim gelecek?... Ben doğduğumda şu küçük taşın haberi var mıydı olanlardan ve ben şu an pakistanda ölen çocukların titreyişini niçin hissedemiyorum tam bu taşın yanında? Ey taş! Hangimiz daha sertiz? Hangimiz daha yakınız toprağa? Geri döndüm odama.. Kimsenin umrumda olmadığı demlerdi bunlar... Gündüzün ortasında demleniyordum ben. 6. his mi derler, korktuğunun başına gelmesi mi der kimisi... Ben yıldızlara dokunamadan yıldız dağıtıyordum o saatte... Korkuya kapıldım. Yerleri görmüştüm çünkü, çamurluydu. Büyüdükçe gözlerin, daha çok görebiliyordun... Evet korkuyla doldum. Yanımdan bi araba geçicek korkusu. Bi korna sesiyle irkildim. kapıda biri...

Ben büyüdükçe ahlaksızlaşıyordu kimileri... Üzgünüm artık yazmak istiyorum çamur kılıklı isteklerinizi... Gözlerinizde yığınlar görüyorum! ben böyle kalabalıklarda yaşamaktan çok korkuyorum... Ama en çok kendimi görmekten korkuyorum o yığınlarda.. nolur bakmayın bana...

11 Aralık 2005, 7:49 Güzel Yazıtlar Serisinden...

Wednesday, June 14, 2006

Bir - RSF Serisi / 2. bölüm

"Ah Bu Ben - Mashar Alanson" "Toprak Özlemi"

Zor bir gündü geride bırakılan… Ne “speaking” sınavımdı bu günü zor yapan ne de geç uyanmış olmam… Artık o derece basit konulara zor demeyi bıraktım sanırım. Bu gün vedalaştım bir dostumla acı bir şekilde. Aslında uzun zaman olmuştu “dostum” sıfatını kullanmayalı; ancak senden ayrılınca sanırım çok şey koptu içimden. Hele ki taksiyle giderken ağlama tribi vardı ya onu hiçbir zaman unutamayacağım sanırım. Ah Toprak’ım ne vardı sınavının o uyduruk kısmında o büyük hatayı yapmasaydın. Kaybetmeyeceğim diyorum seni, ne uyduruk bir sınav ne de mesafeler koparabilecek seni benden diyorum içimden sana ama yine de bir korku var. Sen beni tanımazsın severim de söylemem Belki sana garip geliyor seni bu kadar sevdiğimi sadece ayrıldığımız şu günlerde söylemem, ama sanırım insan kaybetmeye yakın zamanlarda anlıyor bazı şeylerin değerini… Aslında tanışamadık o kadar, ciddi ciddi de konuşamadık uzun uzadıya. Ama o kısa ve küçük görülen anıların değeri bende o kadar büyük ki o büyüklüğü burada kelimelerle anlatmaya çalışarak mahvetmek istemiyorum. Tanışamadık demiştim ya, sanırım içimizden tanıştık biz. Geyik yaparken bile tanışıyorduk, dışımız geyik yaparken içimiz derin bir tanışma faslı içerisindeydi. Ama benim tanımadığını düşündüğüm bir özelliğim var işte; seviyorum ve söyleyemiyorum. Sende de öyle oldu sanırım. Taşlaştım sanırım, korkar oldum incinmekten, kırılmaktan ve söyleyemez oldum sevdiğimi… Ne güzel anlatıyor işte Mashar Alanson : “ Sen beni tanımazsın, severim de söylemem” Senin yüzüne yine söyleyemem buradaki sevgi çağrıştıran sözcükleri, yüzüne diyemem senin değerin bende çok büyük diye ama öyle işte… Sen beni uzak sanırsın Bilirim söz dinlemem Bizi uzak gördüler aslında, ben muhabbetinde ciddiyet, dostluklarında asabiyet isteyen yavşak biri olarak tanındım belki Bilkent’te ama öyle değildim aslında. Sen tanıdın beni, muhabbetimde genellikle ciddiyet sevmem, ciddiyet insanın içinde olmalıdır derim hep, dostluklarımda ise her şey vardır benim… Seninle arkadaşlık yapamayacağımız insanların gözünde öylesine yerleşmişti ki sana yaklaşamıyordum bile… Bilirim aslında söz dinlemem ama dediğim gibi öylesine hapsolmuş ki içimdeki çocuk çıkamadı sene boyunca, ama şimdi o özgür sanırım… Ah bu ben kendimi nerelere koşsam Saklansam bir yerlerde gizlice ağlasam Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam Çekilsem sahillere hayaller mi kursam Ya kendim… Cidden çok zor bir insanı bu kadar hızlı sevmek, nasıl oldu bilmem… İlk kez seni sevdiğimi sabahlara kadar NBA 2006 oynadığımız gecelerde fark etmiştim. O kadar güzel eğleniyor, baş başa kaldığımızda o kadar güzel muhabbet ediyorduk ki… Kimsede bulamamıştım ben bu yakınlığı… Sanırım benziyorduk diye ondan söylemiştim zaten sana. Şimdi kendimi nerelere koşsam ben? Uzun zamandır ağlayamayan bir çocuğum gözlerinin dolmasına neden oldu biliyor musun gidişin. Belki bunun için bile sevebilirim seni çünkü o kadar çok istiyorum ki bu aralar ağlamayı. Senin ayrılığın yaptı sanırım bunu… Şimdi buluyoruz kendimiz yavaş yavaş, ikimizde. Ama artık yaz geldi sanırım, sahillere çekilip hayaller kurma vakti geliyor yavaş yavaş. Anlatamıyorum aslında hissettiklerimi. İçimden gelenleri yazayım bari diye düşünüyorum. Sınavında kalma be Toprak, Üzülme be Toprak, Ayrılmayalım be Toprak, Üzmeyelim bir daha kendimizi değmeyecek kızlar için be Toprak, Mutlu ol be Toprak. Çünkü en fazla sen hak ediyorsun mutluluğu… Daha çok şey paylaşacağız böyle hemencecik bir sınavın sonucunu bahane edip kaçmak yok… Ben ve arkamdaki manzara seni özledi bile… Buradaki çok şey özlüyor seni, mesela yanımdaki sandalye senin orada oturup benimle konuşmanı istiyor. Mesela pencere bilgisayarda son ses Çilekeş açıp oradan dışarıya bağıra bağıra şarkı söylememizi özlüyor. Mesela dışarıdaki yol acele acele koşarak Tunus arabasına yetişmemizi özlüyor. Mesela doğu bahçedeki çimler üzerlerine gece yatıp geçmiş aşklarımızı yaşamamızı özlüyor. Bunlar sadece birkaç misali olabilir buradaki “sen” özleminin. Şimdi… Ah bu ben kendimi nerelere koşsam Saklansam bir yerlerde gizlice ağlasam Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam Çekilsem sahillere hayaller mi kursam Biliyorum sana adadığım bu şarkı normalde bir aşk şarkısı, sevgiliye söylenecek bir şarkı ama şimdi ne zaman dinlesem seni anımsatıyor. Hem sen bir sevgiliden daha çok hak ediyorsun bir şarkıyı. Benim sınav çıkışımda bile yanında bunu mırıldandığımı hatırlarsın belki… İşte orda da içimden sana söylüyordum işte. Dünyadaki her şeye insan mana katarmış, bana göre de bu bir aşk şarkısı değil, “Toprak Özlemi” şarkısı. Kendine çoook iyi bak. Görüşeceğiz… Gel dersen hemen. Çağırmasan geçerken, Yerle gök arasında bir yerde…

RapidShare & HemenPaylas & MegaShare İyi Dinlemeler... Saygılar...

Blogspot a lanet...

Allahım sen sabır ver. Çok önemli ve güzel bir şeyi buraya yazıyordum. Sanki ilham gelmiş gibi dökülüyordu kelimeler parmaklarımdan... Ancak blogspot azizlik yaptı... :'( :'( :'( Bundan sonrası için Mali ye ödevler.

  1. Yazılarını blogspot ekranına yazma
  2. Önce bir world belgesi yap onun içine yaz
  3. Orda bile her cümleden veya paragraftan sonra kaydet
  4. daha sonra blogspot'a geitirip düzenlemelerini yapıp yayınla
  5. BUNLARI SAKIN UNUTMA

Çok kızgınım Çok üzgünüm.... Onlar çok değerliydi, yüreğimden parmaklarım aracılığıyla dökülenler...

:'( :'( :'( :'(

Tuesday, June 13, 2006

Bir - RSF Serisi / 1. bölüm

"Hareket Vakti - Umay Umay"
Bir Ayrılığın Hikayesi

“”Her şey bu noktaya gelmeli miydi? Yoksa sadece yanlış yaptıklarımız mı bizi bu günlere getirdi bilmiyorum. Hiç bitmemesi gereken bir hikâye idi sanırım bizimkisi, ya da hiç başlamaması gereken… Neden adam gibi bitiremedik sorusunun cevabı sanırım neden adam gibi başlayamadık sorusunun cevabında saklıydı. Aslında demiştin ya Can Dündar’ın dediklerini …“ Delik bir ayakkabı ne kadar güzel tamir edilse de ‘o’ hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaktı”. Haklıymışsın sanırım üzerinde derinlemesine düşünüldüğünde her konuda olduğun gibi. Biz ayakkabıyı sanırım başından delmiştik ve tamir etmeden delik ayakkabıyla devam ettik sürekli. “Çağıran bir şeyler var hep beni uzak şehirlerde Bana ait bir şeyler var o sert gülüşlerde” Evet, çağıran bir şeyler var hep beni. Kurtulamadım onlardan… Senle başlarken de öyle olmuştu, çağıran bir şeyler vardı ve ben hep o çağıran şeyler karşısında aciz duruma düşmüştüm. Kendi gerçeklerimden senin için vazgeçip çağıran şeylerin arkasına düşmüştüm. Ve bu bana mutluluk getirmişti, gerçek dostluk, arkadaşlık, eğlence getirmişti öylesine geçen hayatıma. Daha sonra ayakkabıyı birkaç kez delmiştik biz ama dediğim gibi tamir etmiyorduk biz. Sadece sen hoşgörülü davranıyordun ben sorgulamayı kesiyordum ve devam ediyorduk delik ayakkabılarımızla. “İs yarası gibiyim o temiz ellerinde Dil yarası gibiyim o masum sözlerinde ” Başlarda kendimi pislik gibi hissetmeye başlamıştım o kadar iyi niyetli o kadar güzeldin ki… Şimdi bile o üç nokta yerine koyabileceğim bir şeyler bulamadım işte. Müdahale etmek is yarası veya dil yarası olmak istemedim hayatında. Ama o kadar hoşuma gitmişti ki doğallığın karşılıksız kalamadım, girdim hayatına önce bir bıçak yarası gibi acı vererek ve kendi problemlerimle. Ardından mükemmel bir mutluluk başlamıştı. Sanki sen bir elmaydın bense içinde mutlu yaşayan bir kurt. Ben eğlencemden senin mutluluğundan ve iyiliğinden dolayı mesuttum, sen ise hayatından dolayı… Bozmak bu mutluluğu, delmek kötülüğümle ve mutlu olma isteğimle bana düşmüştü… “mum gibiyim senin ışıl ışıl gözlerinde kum gibiyim uçsuz bucaksız o çöllerinde kış gibiyim yakan yaz güneşinde ” Delmiştim işte daha bir ay dolmadan, mutsuzluk getirmiştim o güzel geçen tatlı hayatına. Hem de sağlam değildi görüşlerim daha kendim bile emin değildim. Demişsin demişler demişim ya “dengesizim” sanırım… Kötülük soktum mutluluğa, iki delik daha açtım ayakkabımızda bir ay arayla. Aslında ben sadece bir kumdum senin uçsuz bucaksız çöllerinde veya öyle hissetmeme neden olacak şekilde davranıyordun. Kendimi hırsız gibi hissediyordum kadehlerde oluşan her izde, üvey gibiydim sanki o güzel ailenizde. Sıcacıktınız, dosttunuz, arkadaştınız… Ben ise kış gibiydim yakan yaz güneşlerinizde. Ama alışıyordu kalbim, beynim… Elimden geldiğince uyum sağlıyordum çünkü çok beğenmiştim, çünkü hayatım boyunca düşlediğim bir ortamdı orası. Sonra yine düşünmeye başladım “Acaba cidden üvey miyim?” diye. Ancak o sorunu çözmüştüm. Belki de başında beri ilk defa kendi kendime açtığım bir deliği kendim tamir etmiştim ve hiç sorun yaratmayacaktı bu delik. “sen yine olduğun gibi kal benim için sakın değişme giderim bugün ha yarın hareket vakti gelince ” Sonra bir sabah sen uyandırdın beni kötü bir gece ertesinde. Çok iyimserdin, sanki senin hakkındaki hayallerimi öğrenmiş, onları uyguluyordun… Kendini değiştirmiştin. Sonrasında birden yalnız kaldım, terk edildi bulunduğum oda… Seni ağlarken buldum, senin ağzından ilk defa duyacağım sözler döküldü dudaklarından. Sebebini anlayamamıştım, bulamamıştım problemi… Çünkü öğrenmiştim artık eğer delikleri yaratanlar tamir ederse sorun yaratmayacağını. Sorun benim zannettim – ki aslında benmişim yine – ve çözmek, tamir etmek istiyordum açtığım deliği. Ben sorunu bulamadım, sen yine kendi affediciliğin ile çözdün problemi. Sonrasında istenmeyen olaylar oldu. Aslında onlar neden değildi hiçbir şey için. Problem yaratmazlardı hayatımızda, her zamanki gibi benim tarafımdan büyütülmüş, problem haline getirilmiş ufak(!) bir konuydu sadece. Kendine çok fazla güvenen iki çoçuktuk aslında daha yeni şeyler keşfetmeye çalışan. ”sen yine olduğun gibi kal ben misafirim bu şehirde bir el sallarsın yeter hareket vakti gelince” Sonra benim içimde derin fırtınalar başladı. Bilmiyorum nedenini ama fırtınalar birleşiyor bora haline geliyordu. Kendimi kontrol edemiyordum, sana belli etmemeye çalışıyordum. Açık olarak söylemek gerekirse yeni bir delik açmak istemiyordum. Çünkü öğrenmiştik sorunları anlayışla ve içimizde çözebileceğimizi. Sebep sonuç zırvaları arasında kendimi kaybetmiş yuvarlanırken içimde sorunun nedenini bulmuştum – ki o da başlı başına kendini kandırmaydı –. Başlangıç, delikler kötülükler; benim yüzümden olan her şey sürekli sana problem yaratıyordu. Ama yine de kendi içimde çözmeye çalıştım kendimi tutum içimde biriktirdim. Ve her şey belki de ilk defa olması gerektiği gibi olacaktı. “kal deme hiç bunu benden isteme sus bu gece bana aşktan hiç bahsetme” Kendi çapımda çözümler bulmuştum. Bitecekti ilişkimiz daha fazla acı çekmeyecektim, sen ise bir seferlik bir acı hissedecektin sonrasında rahatça silecektin. Dediğim gibi ilk kez kendime göre her şey olması gerektiği gibi olacaktı. Ama olmadı yapamadım ne yalan söyleyebildim ne senin canını acıtabildim çok zor bir ayrılık oldu benim için… Zannediyorum ki o gece ben kararlılık göstermeseydim ileride öyle bir durumda canın çok daha fazla acıyacaktı. Erken çözdük sorunumuzu, her ne kadar erken gibi görmese de yaşadıklarımızın güzelliği geliyor her aklıma gelişinde. Onun için iyi çözülsün istedim. Tam olarak arkadaş kalmasak da internetten birbirimizi görebilen birbirimize gerektiğinde laf sokan gerektiğinde şaka yapan, yardım eden iki insan olalım istedim. Sonra sorunlarımızı çözmek için buluştuk bir kez daha riskli bir şekilde… “dur bu gece bana dokunma beni delirtme sana boşuna umut vermek istemem “ O gün cidden zordu benim için, kalbim için, kendim için… Biliyorum yine destekli değildi düşüncelerim, yine güvenemiyordum kendime… Üzüntünü azaltmak için ya da alışkanlıktan olsa gerek ellerinden tutum. İşte o saniyeler çok zordu benim için. Misafir olduğum bir şehirde kalbim zorlanıyordu. Lanetler ettim o Salı günü söylediklerime, ellerim titredi seni tutarken, gururum geri döndü, kendimi çektim, bir süre geçti tekrardan ellerini tutum. Umut vermek istemiyordum çünkü ben içimdeki ipi koparmıştım ama kalbim, hareketlerim, beynimin söylediklerini dinlemiyordu. Güzel bir şekilde hallederek ayrılmıştık sanki, sorunlarımızı çözmüştük… Sanırım benim istediğim gibi olacaktı, mutlu olmuştum o gece… Beklemediğim şekilde başlamış, beklemediğim şekilde devam etmiş, umduğum gibi bitmişti… ”hırsız gibiyim kadehteki o ruj izlerinde dil gibiyim yanağındaki o beninde” Ama problemler bitmiyordu işte. Yine birbirimizi kırıyorduk. Anlayamadığım bir şekilde ikimiz de birbirimizin davranışlarının altından anlam çıkarmaya çalışıyorduk. Tartışmalarımız son bulmuyordu. Aynı hatayı tekrarladık: “Tekrar Görüştük” Artık sorun çözülmeliydi. Dalga geçer gibiydi. O buluşmada çözmüştük. Ama bu çözüm sanki bir yerlerden tanıdık geliyordu. Sonra sorunlarımız çözülmüş olduğu halde benim saçma zırvası düşüncelerim yüzünden durduk yere birlikte bir şeyler yapmaya karar verdik. Olmuyordu… Kalamıyorduk biz birlikte ya hep ya hiç olacaktık. ”is yarası gibiyim o temiz ellerinde dil yarası gibiyim o masum sözlerinde kal deme hiç bunu benden isteme sus bu gece bana aşktan sakın hiç bahsetme dur bu gece bana dokunma beni delirtme sana boşuna umut vermek istemem” Güzel bir gün geçirmiştik. Evet evet sorunlar bu kez kesinlikle çözülmüştü – diye düşünmüştüm –. Tam koparken bağımız olmasını istediğim gibi olacaktı sanırım ilerde ilişkimiz. O güzel günün ardından sordum sana “ Bu şekilde devam edeceğiz değil mi? Yüz yüze bir daha görüşmeyecek, internetten konuşabileceğiz değil mi? “. Anlam veremediğim çözemediğim ters itici ve kendimi boşa kürek çekmişim gibi hissetmeme neden olacak bir cevap aldım. – “ Bir süre sonra tamamen unuturum seni. Silerim hayatımın her köşesinden” – Kendimi çok kötü hissetmiştim. Sinirlerim bozulmuş artık sabrım taşmıştı… Bilirsin böyle durumlarda ağzımdan çıkanları kulağım pek duymaz. Kırıldığımdan olsa gerek seni de kırmak istedim. Yargılama beni, her insanın doğasında vardır bu, engelleyemesin bazen sınırlarını kaybeder ve sırf incitmek için konuşursun. İşte öyle bir süreçti o. Çünkü sürekli muallakta kalmaktan sıkılmıştım. Artık bir çözüm bulunmalı ve halledilmeliydi sorun. Konuşmanın ilerleyişinden anladım ki benim düşündüğüm şekilde bir çözüm imkansız. Hayatından çıkmam gerekiyor, senin dediğin gibi yavaş yavaş yapmak bana çok acı çektireceğinden beni çok fazla süründüreceğinden senin gitmeni istedim. Gitmen için sana yalvardım ama yapmadın. Sonuçta elimde tek bir çözüm kalmıştı. Ne kadar kırıcı da olsa yapmalıydım bunu sorunumuzu çözmek için… Ve yaptım... “sen yine olduğun gibi kal benim için sakın değişme giderim bugün ha yarın hareket vakti gelince sen yine olduğun gibi kal misafirim bu şehirde bir el sallarsın yeter hareket vakti gelince” Şimdi eminim ki sormaya hazırlanıyorsun bunları neden yazdığımı. Artık yazmak için bir amacım yok sadece yazıyorum. Ancak bunun cidden bir amacı var. Hiçbir zaman lanet edilecek, tanışıldığı günden nefret edilecek kötü biri olarak kalmak istemem birisinin hayatında. Benim amacım sadece kendimi anlatmak tek seferinde. Tek bir isteğim var; beni sorgula, yargıla, giyotinin içine sok, istersen ipi kes, istersen bir de iple as, ancak lütfen arkamdan benim hakkımda kötü düşünme bana lanet etme. Her şeyiyle güzeldi bana göre hiçbir zaman lanet etmeyeceğim. Hiçbir zaman hakkında kötü konuşmayacağım, konuşturmayacağım. Bunu bir özür olarak değerlendirme çünkü galiba en güzel şekilde çözüldü ve yeniden benim düşündüğüm şekilde bir çözümün denenmesi tamamen saçmalık olur. Tüm yaşadıklarımız için tekrardan teşekkürler. Kendine İyi Bak.”” Şeklinde yazılabilecek bir dengesizlik&denge, mutsuzluk&mutluluk, aşk&ayrılık mektubu için en uygun şarkı sanırım "Hareket Vakti". Benimle şarkıyı tanıştırdığı için oky'ye sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Şarkıyı bu yazıyı yazana kadar - yani 3,5 saattir - tekrar tekrar dinledim. Yani tekrar tekrar dinlemekten sıkılmayacağınız bir şarkı.Sizelere şarkıyı dinlemeniz için de yardım edeyim bari :)
İyi dinlemeler.
Saygılar...

Sunday, June 11, 2006

Şu Çılgın Blogger Alemi :)

Evet asLında şu çıLgın bLoglar aLemine girmemin üzerinden çok geçmemesine rağmen aLdığım gaz iLe yakLaşık iki gündür kendimi burası için paraLadım. Zaten iki gün içinde eğer uğrayanLar varsa onLar kesin farketmişLerdir zırt pırt hata mesajıdır farkLı farkLı temaLardır bLoğum yerinde duramadı bir türLü. Ama sonunda mükemmeL transferLer iLe yepyeni yazıLarımızLa yine buradayız. Dikkat etmişseniz çoğuL kuLLandım. Evet tahmin ettiğiniz gibi bir transferim var işte. Kendisi Fransız bir yazar :b . Biraz pesimisttir kendisi :) - just layk mi - kendisine zaten bir hafta öncesinden çaktırmadan sormuştum bu şekilde bir projeden yanımda olur musun diye ancak o zaman hayır cevabı aLmıştım. Şimdi ise biraz da temanın etkiLeyiciLiğinden oLsa gerek - meLekli meLekLi - ikna ettim kendisini . Şimdi sizLerek kendisini anLatayım kendisi bir İstanbuL aşığıdır, ki çoğu aşık gii amacına uLaşmış İstanbuL'da yaşamaktadır. Kendisi benim "meLeğimmmm" dir. Cidden kendisi bir meLek ... Şimdi inanmayacaksınız ama beLki de yazıLarını okuyunca bana hak vereceksiniz. Ama rica ediyorum kimse suLanmasın o benim meLeğim. Kimseye de vermeye niyetim yok. Ki kendisi de beni bırakmaz sanırım - bırakmassın dimi meLek? -

Neyse yeni yazarınız Gözde Kızılboğa artık sizlerle bu sayfada buLuşacak. Onun yazıLarını sizden daha merakLa ben bekLiyorum sanırım sayın okuyucu :)....

Bu arada artık kendim için bir yazı yazma amacı beLirLeme ihtiyacım doğdu sanırım. Bunun için kendime iki yoL buLdum . Zaten profiLime bakarsanız iki yeni bloğun daha geLdiğini göreceksiniz. Yaz tatiLi geLiyor ve sanırım - sınavLarımı verirsem - pek bir işim oLmayacak. Onun için kendimi yazmaya vereceğim sanırım :) Biri tamamlandı bu çaLışmaLarın kendisi tam anlamıyLa bir günLük olacak... KaranLık Odam' da yazıLacağı için adı da ona uygun birşeyLer seçtim. Bu gün itibariyLe başLıyorum artık yazmaya. Her gün düzenLi oLarak zaman ayıracağım bakalım becerebiLecek miyim?

Diğer projem ise biraz daha sanatsal. Onun çaLışmaLarına devam ediyorum. Bu fikir bir gün Sagopa Kajmer şarkısı dinLerken geLdi. "Ya" dedim kendi kendime " Ben bu şarkı üzerine bir gün boyunca durmaksızın konuşurum" sonra aynı şeyLer gördüğüm resimLer ve fiLmLEr hakkında da akLıma geLince bunLar üzerinde yazı yazabiLeceğim bir bLog açtım kendime :) tabi açamadım henüz hazırLıyorum. Vazgeçtim bir editleme ile giriyorum ve diyorum ki tema yapmayı öğrendin diye şımarma LayZeeee. İki projemi KaranLık Odam sitesi içerisinde birleştiriyorum :) Yeni site açmayacağım :)Haydi bakaLım biLeğime kuvvet.

Herkese iyi günLer. SaygıLar :)

Saturday, June 03, 2006

.....

     Sabaha kadar sürekLi nev'den aşk şarkısını dinLeYerek kendimi intihar edicem. daha önceden -kö- bunu başka bir şekilde denemişti onunki oLmamıştı.  ama kararLıYım ben başaracağım.


   haydi bismiLLah ... şans diLeYin :)

son günLer ve sapıtmışLık hikaYesi

bu saYfaYa anki rock fest Yazımı YayınLamadna hata verip benim sinirLerimi bozduğu için kızgın oLmama rağmen içimi buraYa dökeceğim eğer bu Yazı da giderse bir daha bLogger benden Yazı aLamaYacak sanırım. deLimanYak diYe bana kimin dediğini, deLimanYağın anLamının ne oLduğunu ve hakaret içeren sıfatLarın asLında ne kadar iLtifat içerdiğini Yazdığım bu paragraf bir hatam sonucu gittiği için tekrar aYnı cümLeLeri kuramaYacağım kusura bakmayın. saYın deLimanYak oLarak pazartesi günü haYati bir önemi oLan sınavım oLduğunu söYLemeden edemeYeceğim. eğer o sınavda 35 üzerinden 25 civarında bişiLer aLamassam büyük ihtimaLLe o haYaLini kurduğum Yaz tatiLi münasüp YerLerimde patLaYacak. neYse Yazı bitsin son sürat çaLışacağım :) bir de bu araLar nereYe gittiği biLinmeYen harcamaLar dönemi başLadı bende sanırım. çok fazLa harcamasam da param hiç YetişmiYor. eskiden sinamaYa giderdim haftanın en az 3 günü dışarıdaYdım ve param YetiYordu. şimdiLerde bir garipLik var üzerimde... param oLmadığından ne "Da Vinci Şifresi" ne gidip bi tanecik aşkım audrey toutou'mu görebiLdim ne de "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" a gidebiLdim :( anLamıYorum kendimi ama çözeceğim sanırm bu sorunu hafta içinde... cnm sıkıLıYor die commet bırakan arkadaşıma buradan sesLeniYorum ki canın sıkıLmasın asLında biz kötü bir durumda değiLiz beLki haYatın gerçekLeri bunLar beLki biz hayatın tam ortasındaki en büYük YaLanız. aYnı durumdaYız asLında diYeceğim ama benimki birazcık farkLı. sen sadece eğLenecek biriLeri bişiLEr buLAmıYorsun :) ama buLursun merak etme.benimkisi ise biraz daha yaşama YöneLik sorunLar yine. ben de çatLıYorum sıkıntıdan ama artık kaLdırımLarda çizgiLere basmadan YürümüYorum veya kaLdırım taşLarının üstünden düz çigi haLinde takip etmiYorum YoLu. çoçukLar gibi haYaL kurmaYı da bıraktım. sonra gerçekLeşmiYorLar canım sıkıLıYor. çoçukLar gibi içimden geLeni de giYmiYorum artık. adma gibi giYiniYorum öööLe büYümüş adam oLmuş tripLerindeyim. saçımı da topLadım kimisi tuncaY şanLı diYor kimisi antonyo banderas :P ben kime benzediğni buLdum. ikisinin birLeşip Yandan Yemişine benziYorum :( . sonra geceLeri uYuYorum artık, sabahLarı okuL var kaYgısı artık omuzLarımda, çoçukLar gibi umursamaz takıLıp nasıL oLsa bir şekiLde okuLa giderim orda uYukLarım diYemiYorum. ödevLerimi de zamanında günü gününe YapmıYorum. internete fazLa takıLmıyorum. odamda fazLa duramıYorum. gündüzLeri sıcağın göbeğinde oturup çaY içiYorum koLa aLmıYorum. kitap okuma sistemim biLe değişti Yeni kitapLar okumuYorum. eskiden okuduğum kitabı elimde gezdiriYorum sürekLi akLıma geLdikçe içinden rasgeLe bir saYfa açıp oradan devam ediYorum. gündüzLeri doğamıYorum geceLeri öLemiYorum. hayatın kenarına çekiLip başkaLarnın davranışLarını sorguLaYamıYorum veya rahatça davranamıYorum, ağzıma geLen Lafı tekrardan YutuYorum söYLenmesi uYgun oLmaz diye... düşünemiYorum eskisi gibi, neden ben utanacakmışşım onLar utansın ben içimden geLdiği gibi davranaYım diYemiYorum. bir hareket Yapmadan önce acaba topLum sınıf arkadaşLarım normaL arkadaşLarım bu hareketLerim sonucunda benim hakkımda nasıL bir kanıYa varırLar diYe düşünüYorum sürekLi. özgür değil haYartım. bağımLı demek için ise bin şahit gerekir sanırım. çektiğim fotoğrafLarı nasıL oLmuş diye bakmadan siLiYorum. o kadar eminim ki o resmin eksik ve güzeL oLmadığına bakmaYa gerek biLe duYmuYorum. içimden geLdiği gibi beynime geLenLeri dizemiYorum hiç bir windows penceresine Yada hiç bi kağıt parçasına nasıL oLsa birinin eLine geçer okur diYe düşünmekten sınırLarımı aşamıYorum. eskiden oLsa msn de konuşma penceresine hiç bakmadan Yazar döktürüdüm içimden geLenLeri, söYLerdim sözümü hiç esirgemeden eskiden ama çok YanLış anLaşıLdım Yada YanLış söYLedim. süzmeden konuştuğum vakitLerdi güzeL oLan günLer şimdi işe tüm sözLerimi süzüYorum ama YanLış anLatmaYaYım YanLış anLamaYayım diYe süzgeçim içimde kirLeniYor birikiYor. o süzgeçteki herşey bana biniYor beni etkiLiYor. içimi doLduruYor ama bebekLer gibi ağLaYıp dökemiYorum içimi. ağLamak ezikce bişi ya topLum beni ezik görmesin diye.

kendimi korumak için etrafıma çevirdiğim teLLer beni hapsetti sanırım. maskeLi baLoda maskesini Yeni Yeni takan bir misafir gibi hissediYorum kendimi. oYsa hani bizdik hani takmaYacaktık o maskeLerimizi biz ne ise o oLacaktık hani ? sıradanLaşmak değiLdi sorunum kendim oLamamaktı ve sanırım oLacağım bir kendim buLamadım ben kendime... maskeLerLe doLu bir aLemde tek başına suratı açık gezmeYe çaLışan onu da beceremeyip kendine maske seçmeYe başLayan biri oLmaYa başLadım sanırım. maskeLerimi dün gece Yatağımda bıraktım ama bu saniYeLer bu dakikaLar geriYe dönüş dakikaLarı oLsun. denediğim her maskemi bana Yakıştıran arkadaşLarımı LanetLemeYeceğim onLarın niYetLEri kötü değiLdi asLında ama onLArında maskeLeri var işte onLar da kendi gözLerinden değil topLumun onLara hediYe (!!!!) ettiği gözLükLerin arkasından bakıYorLar... biraz uzun oLdu bu Yazı ben gidip sınavıma çaLışacağım. bu YazıYı yazarken sagopa kajmer & koLera & evren - pessimist EP 4 ( kurşun asker ) yazının temeLine çok uYgun oLduğunu düşündüğüm MaskeLi BaLo -Sagopa Kajmer şarksını da sizinLe 4 dakika sonra paYLaşacağım. ve upLoad bitti . buyurun . http://rapidshare.de/files/22095414/16-Maskeli_balo.mp3.html